Bir çiçeği canlı tutmanın kuralı, çiçeğin hayatını devam ettirmesi için gerekli olan şartların sağlanmasıdır. Toprak, su ve güneş. Bunlardan birisi olmazsa, hayat biter. Güneş olmadığında hemen ölmez fakat güneşin yoksunluğu çiçeği cılız ve cansız düşürür, asıl vasfını kaybeder ve bir süre sonra da varlığının anlamı kalmaz. Elimizdeki çiçeği çok sevdiğimizin işareti, sevgi ile bakımını yapmaktır.

İnsan çiçeğinin suyu sevgidir

İnsan hayatı da çiçek gibi özenli bir ilgi bakıma ihtiyaç hisseder. Özellikle evlilikte, kadın ve erkeğin bir birlerinin hem duygularını besleyecek, hem kendilerini önemli ve değerli hissettirecek hem de kul Allah (c.c) ilişkisine katkıda bulunacak bir anlayış ve yaklaşım biçiminin olması şarttır. Aile yuvadır. Her türlü insani donanımın en içten ve sevgi dolu olarak karşılandığı kaynağıdır. Bireyler ailede ihtiyaçlarını gidererek topluma açılırlar. Bu ihtiyaçların başında sevgi ve değer görmek gelir. Bir insanda sevginin bulunmasının tezahürü, ilgi ve özendir. Karşımızdakini seviyorsak, önce neye ihtiyacı olduğunu öğreniriz ve onu gideririz.

Her belirti (semptom) bir mesajdır

Her işleyişte iyiye ya da kötüye doğru gitmenin belirtileri vardır. Süreç iyiye doğru gitmiyorsa, bunun belirtilerinin ne olduğunu bilmeliyiz ki ona göre sistemi iyileştirmeye çalışalım. Bunun için de, ilişkide nelerin normal, nelerin normal dışı olduğunu bilmemiz gerekir. Aynı zamanda bilgi insanın haddini ve sınırlarını öğretir. Nerede başlayıp nerede duracağını, karşısındaki insana nasıl yaklaşması gerektiğini öğretir. Eğer kişiler bunu bilmiyorsa ve haddini bildirecek bilgiden de yoksunsa, o zaman, ilişki kıran kırana savaşa dönüşebilir. Oysa aile atmosferi huzurun kaynağı olmalı, bir birini zayıflatma ve yıpratma alanı değil. Herkes kendisini gözden geçirip, “Bu huzursuzluğun kaynağı nedir ve ne kadarı bana aittir?” diye objektif ve içten bir gayretle kendisine yönelmezse, bu iki tarafın da karşısındakini suçlaması anlamına gelir ki buradan iyi bir netice hasıl olmaz.

Her insanın bir dayanma gücü vardır

Son zamanlarda sıkça karşılaştığım bir durum var. Eşlerden birisi, (bu her iki taraf ta olabilir) sürekli huzursuzluk çıkaran taraf oluyor. Uzlaşmaya yanaşmıyor, karşısındaki alttan alıyor, anlamıyor. Tatlıya bağlamaya çalışıyor, yola gelmiyor. Kibir dağlarındaki rüzgârın savurmasıyla, durmadan huzursuzluk üretiyor. Karşı tarafın çabaları, yalvarmaları, yardım alma teklifleri, hep reddediliyor. Kırgınlık oluyor, özür diliyor, barışıyorlar fakat aynı şeyler defalarca yaşanıyor. Sürekli çabalayan taraf, yoğun bir gönül yorgunluğu ile takatsiz kalıyor. Artık yorgunluktan bitmiş halde, “Nereden inceldiyse oradan kopsun. Ben artık bunaldım daha fazla bu duruma katlanamayacağım” diyor. İşte bu kararlı vaziyet alışı gördükten ve işin ciddiyetini anladıktan sonra karşı taraf yüz seksen derece değişiyor. Bu seferde, “Tamam hata yaptım, kabul ediyorum, özür dilerim, bana bir şans daha ver, ben bitireceğine ihtimal vermedim” demeye başlıyor. Diğer taraf ise bu noktaya getirebilmek için on senedir yalvarıyordu. Artık aradaki saygı, sevgi ve güven ciddi anlamda yıprandıktan ve insanın gönlündekiler solduktan sonra, geri dönmenin ne anlamı var? Çiçek öldü.