İnsan, hayatın temel dinamiklerini, insana ait her dönemde “var” ola gelmiş zaafları sadece bir dinin, tarikatın, ırkın ülkenin, şehrin insanlarına indirgemeye kalktığında; o indirgeme bir gün döner gelir ve indirgeyen kişinin ayaklarına dolanır…

Erdemli hiçbir kimsenin savunamayacağı, aynı zamanda sesiz de kalamayacağı ahlaksızlıkları -konu ötekileştirmek olunca-  bir inancın ya da ırkın mensuplarını yaftalamak için kullanmaya kalkanlar meseleyi aktarırken, hem kendi ait oldukları sosyal guruplar bunlardan ariymiş gibi davranıyorlar hem de sanki ahlaksızlıkların karşısında sadece kendileri duruyormuş gibi sunmaya çalışıyorlar…

Eğer bir yerde bir ahlaksızlık varsa bu, öncelikle orada bulunan ahlaklıların meselesidir ve kendi haysiyetleri için bu ahlaksızlığı telin ederler/etmeliler…

Arkasında durulmadığı sürece her ahlaksız, ahlaksızlığı ile birlikte kendi çukurunda kalır ve yasalar önünde de bedelini öder…

Keşke her akıl, daha sonra ortaya çıkabilecek bir ahlaksızlığı önceden tahmin edebilme kudretinde olabilseydi; bu hakikate, “Neden içinizdeki bu ahlaksızı görmediniz” diyen ve sanki kendisi olsa görecekmiş gibi davranan “akıl” da dâhildir…

Eğer “müneccim” değilse şayet, o şahsiyetin sadece etrafına ve hayatına bakması yeterlidir; ne kadar da çok aldatılmış olduğunu görmesi için…

Her “değerli” olanın istismar edildiği/edilebileceği hakikatini -bilerek ya da bilmeyerek- ıskalayan İsmail Saymaz’ın, “Şehvetiye tarikatı” isimli kitabına, bu toprakları inanç, ahlak, erdem ve nezaket gibi yüce değerlerle mayalayan tarikatları ötekileştirmek, “dibine kibrit suyu” dökmek için sarılanlardan hatta kendisinden beklentimiz, CHP’de cereyan eden ve temelini “şehvet”ten alan sapıklıklara da aynı tepkiyi vermeleridir…

Elbette kötülükler övülemez; ama aynı oranda da genelleştirilemez…

Dünya kurulduğundan buyana en çok istismar edilen şey “dinlerdir” desek, yanılmayız…

O halde insanlar dinlerinden mi vaz geçmeliler yoksa içlerinde yaşayan -niyetleri belli- ortaya çıktığında ancak anlaşılabilen ahlaksızlardan mı kurtulmalılar?

Bu noktada yapılan/yapılması gereken tercihler çok açıktır ve bu açıklık tarihin en ince filtresinde damıtılmıştır…

İnsanın inanma ihtiyacı çok güçlüdür ve neye inanacağı konusunda durulmamış her beyin de istismara çok açıktır…

Peki, şimdi bütün bu gerçekler orta yerde dururken, meselenin kadim hakikatlerini de göz ardı ederek, biz de İsmail Saymaz gibi davranıp “Şehvetiye Partisi” isimli bir kitap yazabilir miyiz?

Bu, bütün partileri zan altında bırakmaz mı?

Ülke siyasetinin geleceğinde şekillendirici olan/olacak onurlu siyasetçilere büyük bir haksızlık olmaz mı bu?

Benim burada deşifre etmeye çalıştığım şey çok net aslında…

Öyle zannediyorum ki böyle bir “kitaba” öncelikle onurlu CHP’liler karşı çıkacaklardır; zira mensubu oldukları bir partiyi, her türlü ahlaksızlıktan korumak, birinci derecede onların görevidir…

Daha sonra da diğer bütün partiler aynı şeyi yapacak ve ahlaksızları parti ayırmaksızın telin edeceklerdir/etmelidirler…

“Oh ne güzel oldu!” denecek bir durum yoktur ortada; çünkü hiçbir parti ya da onun mensubu, topyekûn bütün mensuplarının bugün ya da yarın ki her haline kefil olamaz; değildir de zaten…

O halde bu yaşananları artık başka bir gözle değerlendirmek, “ideolojik miyop”luklardan kurtulmak zorundayız…

Bir mensubu ahlaksızlık yaptı diye bir vakfı, partiyi, teşkilatı ya da sosyal gurubu bütünüyle buna dâhil etme yanlışından vaz geçmek, hepimizin hayrınadır…

Anlık çıkarlara göre hesap yapmak, bütün geleceği perişan etmeye yeterlidir…

Rastlantıyla iyi olanlar bizi kısa süreliğine kandırabilirler; lakin hep öyle olacaklarına asla inandıramazlar, “inandırma hali”ni sürekli kılamazlar…

Bir gün maske mutlaka düşer ve gerçek yüz ortaya çıkar; o istemese de hırsı ya da şehveti ona bunu mutlaka yaptıracaktır…

O noktada bize düşen safımızı belli etmek, iyiliğimizi sürekli kılmaktır…

Ahlaksızlığı itiraf edemeyenlerin, safını ayıramayanların, hele de üstünü örtmeye çalışanların durumuna düşmemek adına, buna mecburdur hatta mahkûmdur iyiler…