Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de karşılaştığı ya da yüzleşmek zorunda kaldığı gerilimin, ülkenin siyasi, askeri ve ticari kapasitesine önemli katkılar sağladığı inkâr edilemez. Bugüne kadar bu konu üzerine kaleme alınan yazıların kötümser bir tablo çizdiği de görmezden gelinemez. Öyle ki bu karamsar havayı büyük ölçüde Libya ile imzalanan mutabakat muhtırası dağıttı.

Her şeyden evvel krizin başladığı 2003 yılından bu yana Doğu Akdeniz meselesinde Dışişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı kararlı bir siyasi duruş sergiledi. Siyasi açıdan herhangi bir çelişkiye veya muammaya yer bırakacak bir diplomasi icra edilmedi. Bu durum Türkiye’nin çok yönlü diplomasi birikimine ciddi bir katkı sağladı. Böylece Ankara, Ortadoğu, Karadeniz ve Doğu Akdeniz’de yaşanan eş zamanlı kırılmaları bir bütün içerisinde ele alma yetisini geliştirdi. Bu sayede Türkiye, Arap Baharı, Gazze olayları ve Mısır’daki Sisi darbesini kapsayan fay hatlarının kırılma noktalarının Doğu Akdeniz deniz yetki alanlarından geçtiğini kısa sürede fark edebildi.

Askeri açıdan konu ele alındığında, Doğu Akdeniz’de meydana gelen sınamaların Türkiye’yi “derin deniz uykusu”ndan uyandırdığı söylenebilir. Kısaca Türkiye denizlerin önemini bu krizler nedeniyle yeniden kavradı. Bu doğrultuda Deniz Kuvvetleri’nin envanteri güçlendirilerek Türk donanmasının caydırıcılık gücü artırıldı. Öyle ki Ankara yürüttüğü haklı diplomasiyi güçlü donanmasıyla destekleyerek kısa zaman içerisinde mühim neticeler elde etti. Sonuç itibariyle Türkiye, Barbaros Hayrettin Paşa’nın “denizlere hâkim olan cihana hâkim olur” sözünün mahiyetini yeniden kavradı.

Ticari açıdan da Türkiye önemli ilerlemeler kaydetti. Bilhassa deniz üstü (offshore) enerji üretimi yatırımlarıyla Türkiye’nin gerçek manada ilk kez tanıştığını söylemek gerekiyor. İleri teknoloji Barbaros Hayrettin Paşa, Fatih, Yavuz, Oruç Reis sismik ve sondaj gemileri sayesinde ülkenin offshore petrol ve gaz projelerinde yer alması sağlandı. Dünya ölçesinde doğalgaz talebinin ve petrol tüketiminin artmaya devam edeceği hesaba katıldığında Türkiye’nin kıymetli bir alana yatırım yaptığı ifade edilebilir.

Tüm bu kazanımlara rağmen üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’nin deniz ticaretinde arka sıralarda yer almasını kabul etmek mümkün değildir. Dünya ticaretinin neredeyse tamamına yakın kısmı deniz yoluyla gerçekleştirilmektedir. Bu veriden hareket edildiğinde, denizlere hâkim olanın ticarete de hâkim olacağı sonucuna varılır. Buna rağmen Türkiye’nin deniz ticaret filosuna ilişkin veriler hiç de iç açıcı değildir.

Diğer taraftan komşumuz Yunanistan dünya deniz ticaret filosu sıralamasında en önde yer alıyor. Ticaret ile diplomasi arasındaki kadim ilişki düşünüldüğünde Yunanistan’ın uluslararası kamuoyunu etkileme gücünün nedenlerinden biri daha ortaya çıkmış oluyor. Deniz ticareti yoluyla sağlanan üstünlük, haliyle küresel anlamda önemli bir etkiyi de beraberinde getirecektir. Durum böyle olunca Türkiye’nin gerek eğitim alanında gerekse de yatırımların teşvikinde ve yönlendirilmesinde denizciliğe özel bir önem göstermesi icap etmektedir. Bu geciktirilmeyecek önemli bir milli vazifedir.