Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Selamların en güzeli olan Allah’ın selamı üzerinize ve üzerimize olsun.

Ayasofya açılacak!

Kıymetli dostlar, ülke olarak tarihi günler yaşıyor, tarihi bir süreçten geçiyoruz. Özellikle İstanbul’un Fethi’nin 567. Yılında 29 Mayıs’ta Fethin sembolü Ayasofya Camii’nde Fetih Suresi okunmasının ardından caminin ibadete açılması hususu tekrar gündeme geldi. Başta Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın verdiği talimat ve atılan adımlar, bununla birlikte Yunanistan’ın tutumu, Batılı oryantalistler ve içimizdeki batı hayranlarının davranışları artık bu meselede sona yaklaşıldığının bir göstergesi gibi geliyor bana…

Ne diyordu Üstad Necip Fazıl Kısakürek, Ayasofya Hitabesi’nde şöyle diyor: “Gençler! Bugün mü, yarın mı, bilemem! Fakat Ayasofya açılacak! Türk’ün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya’nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler.”

Aynı konu ile alakalı Üstad Kadir Mısıroğlu da diyor ki: “Ayasofya’nın açılması yakın bir gelecekte olacak. Çünkü mevsim İslâm’a doğru gidiş mevsimidir. Bu gidişin bir safhası da Ayasofya olacak. Tahmin ederim çok gecikmeden o da Tayyip Bey’e nasip olur.”

Fethin sembolüsün Ayasofya!

1453 yılında İstanbul’un fethinin ardından Ayasofya Camii olarak hizmet vermeye başlamıştı. Ayasofya, 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye dönüştürülene kadar bu hüviyetini Fethin sembolü olarak korumaya devam etti. O günden bu güne Ayasofya’nın tekrar cami olarak hizmet vermesi konusu hep gündemde kaldı.

Bu süreçte Ayasofya Camii’nin tekrar ibadete açılması için pek çok çalışma yapıldı. Ancak bu konuda en önemli adımlardan biri “Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği” tarafından atıldı. Dernek 1934’te alınan Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle Danıştay 10. Dairesi’ne 2005’te dava açtı. Daire, 31 Mart 2008’de Ayasofya’nın müze olarak kullanılmasında hukuka aykırılık bulunmadığını belirterek, davanın reddine karar verdi. Davacının söz konusu karara itiraz etmesi üzerine konu, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na taşındı. Kurul, 10 Aralık 2012’de dairenin kararını onadı. Davacının karar düzeltme talebi de Kurul tarafından 06 Nisan 2015’te reddedildi. Böylece Ayasofya müze olarak kullanılmaya devam edildi.

Ardından Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvurudan da bir sonuç alınamadı. Bunun üzerine, 2016 yılında ikinci kez Danıştay 10. Dairesi’ne dava açtı. Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu kararın iptalinin yanı sıra kararın üzerindeki Mustafa Kemal imzasının kriminoloji laboratuvarında incelenmesini de istedi. Çünkü işin birde bu boyutu var. Acaba bu imza gerçekten Mustafa Kemal Paşa’ya mı aitti? Bu da ayrı bir inceleme ve araştırma konusu tabi ki…

2 Temmuz’da ne olmuştu?

Dosyayı ve davacı vakfın iddialarını inceleyen Daire, bunun üzerine önemli bir adım attı. Daire, 2 Temmuz Perşembe gününe Ayasofya’yı görüşmek üzere duruşma açtı. Danıştay savcısı, bu defa görüşünde, “Ayasofya’nın müze olarak kullanılmasının idarenin takdir yetkisi kapsamında olduğunu ve hukuka aykırılık bulunmadığını” ifade etti.

Ayrıca bu görüşmede “tarih” ayrıntısını da gözden kaçırmamak gerektiğini düşünüyorum. 2 Temmuz 1917 Yunanistan’ın Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmesi. Bu tarihin yıldönümünde böyle bir görüşmenin yapılması ve bu görüşmeden olumlu sonuç çıkması Ayasofya Cami’nin esaretinin devam etmesini isteyenlere ve tüm dünyaya verilecek en güzel cevap olacaktır.

Bunların hepsinin yanında, Aslında Danıştay’ın aldığı önemli bir emsal karar var. Danıştay, Ayasofya gibi yine bir Fatih Sultan Mehmet Vakfı olan Kariye Cami’nin müzeye dönüştürülmesine yol açan 9 Ağustos 1945 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etmişti. Bu tarihi kararda, Kariye Camii’nin Osmanlı döneminde özel hukuk hükümlerine göre vakfedildiği ve Fatih Sultan Mehmet Vakfı’na ait hayrat taşınmazlardan olduğu, hayrat taşınmazların ise vakfın belirlediği kullanım şekli dışında bir kullanım amacına tahsis edilemeyeceği yönünde karar açıklamıştı.

Aynı kararın emsal teşkil ederek Ayasofya için de uygulanması duasıyla. Bugün kelimelerimiz yettiği kadar sizlerle Ayasofya Cami’nin tarihi üzerine konuşalım istedim…

Bizans mı Doğu Roma mı?

Öncelikle birçok defa karşımıza çıkan bu yanlış kullanımı düzelterek başlamak istiyorum. Sanırım Doğu Roma yıkıldıktan sonra dünyada adı değiştirilen tek devlet… Türkler Anadolu’ya geldiğinde bu topraklar Roma ülkesi (Diyar-ı Rum) olarak anılıyordu. Burada yaşayan halk kendine yunanca Romalı yani “Romaioi”, yaşadıkları topraklara, yani bugünkü Anadolu’ya ise Romania (Roma ülkesi) diyordu. Ancak ne gariptir ki biz bugün bu gerçeğe rağmen kendine Romalı diyen bu halka Bizanslı, Roma Devletine ise Bizans İmparatorluğu ismini veriyoruz…

Peki, nereden çıktı bu Bizans ismi?

1537 yılında Ausburg kütüphanesine müdür olan ve ilgi üzerine Roma Tarihini araştırmaya başlayan Alman araştırmacı HieronymusWolf’un1557 yılında Yunan tarihi üzerine yazdığı eseri “Corpus Historiae Byzantinae” ile başladı. İlk defa bu eserde Doğu Roma İmparatorluğu Bizans olarak adlandırıldı. Aslında bu eserde Wolf’un kastetmek istediği başkenti Konstantinopolis olan Doğu Roma’dır. Bunun için ilginç bir yol seçerek, Doğu Roma yerine devletin başkentinin tarihi ismi olan Bizantium’dan, Byzantinae kelimesini türeterek kullanır. Bundan sonra da başta batılı oryantalist yazarlar olmak üzere “Roma İmparatorluğu 1453 yılında Müslümanlar tarafından yıkıldı.” cümlesini kullanamayanlar tarafından sahiplenilen bir isim olarak günümüze kadar gelmiştir.

Roma dönemi

Ayasofya Doğu Roma İmparatorluğu’nun İstanbul’da yapmış olduğu en büyük kilise olup aynı yerde üç kez inşa edilmiştir. Birinci kilise, İmparator Konstantios (337-361) tarafından 360 yılında yapılmış, 404 yılında çıkan halk ayaklanması sonucunda yakılıp yıkılmıştır. Sonrasında İkinci Kilise, İmparator II. Theodosios (408-450) tarafından 415 yılında aynı yere yeniden inşa ettirilmiştir. Kilise, İmparator Justinianos’un (527–565) 5. saltanat yılında, aristokrat kesimi temsil eden maviler ile esnaf ve tüccar kesimi temsil eden yeşillerin İmparatorluğa karşı birleşmesi sonucunda çıkan ve tarihte “Nika İsyanı” olarak geçen, büyük halk ayaklanması sırasında 13 Ocak 532 yılında yıkılmıştır.

Günümüz Ayasofya’sı İmparator Justinianos (527-565) tarafından yaptırılmıştır. 27 Aralık 537 yılında törenle ibadete açılmıştır. Kaynaklarda, Ayasofya’nın açılış günü İmparator Justinianos’un, mabedin içine girip, “Tanrım bana böyle bir ibadet yeri yapabilme fırsatı sağladığın için şükürler olsun” dedikten sonra, Kudüs’teki Hz. Süleyman Mabedi’ni kastederek “Ey Süleyman seni geçtim” diye bağırdığı geçer.

İmparator Justinianos Ayasofya’nın daha görkemli ve gösterişli olması için, maiyetindeki tüm eyaletlere haber göndererek, en güzel mimari parçaların Ayasofya’da kullanılması için toplatılmasını emretmiştir. Yapıda 40 tanesi alt galeride, 64 tanesi ise üst galeride olmak üzere toplam 104 adet sütun bulunmaktadır.

Haçlı Seferi sırasında İstanbul Latinler tarafından 1204-1261 yılları arasında işgal edilmiş, bu dönemde gerek kent, gerekse Ayasofya yağmalanmıştır. 1261 yılında Doğu Roma kenti tekrar ele geçirdiğinde, Ayasofya’nın harap halde olduğu da kaynaklara yansımıştır.

Osmanlı devleti dönemi

Ayasofya, Fatih Sultan Mehmet’in (1451-1481) 1453’te İstanbul’u fethetmesiyle camiye çevrilmiştir. Fetihten hemen sonra yapı güçlendirilerek en iyi şekilde korunmuş ve Osmanlı Dönemi ilaveleri ile birlikte cami olarak varlığını sürdürmüştür. Mimar Sinan tarafından yapılan minareler ise aynı zamanda yapıda destekleyici payanda işlevi görmektedir.

Her dönemde bakım ve onarım çalışmalarından geçmiş, en kapsamlı tamir çalışması Sultan Abdülmecid Dönemi’nde (1839-1861) Fossati Kardeşler tarafından yapılmıştır. Bu onarım çalışmaları sırasında, daha önce mihrabın kuzeyindeki niş içinde bulunan Hünkâr Mahfili kaldırılmış, yerine mihrabın solunda, sütunlar üzerinde yükselen, etrafı ahşap yaldızlı korkuluklarla çevrili Hünkâr Mahfili yapılmıştır.

Aynı dönemde Hattat Kadıasker Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılan 7.5 m. çapındaki 8 adet hat levhası ana mekânın duvarlarına yerleştirilmiştir. “Allah, Hz. Muhammed, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin” yazılı bu levhalar İslam âleminin en büyük hat levhaları olarak bilinmektedir. Aynı hattat kubbenin ortasına ise Nur Suresi’nin 35. ayetini yazmıştır.

Ayasofya 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye çevrilmiş ve 1 Şubat 1935’de müze olarak, yerli ve yabancı ziyaretçilere açılmıştır. 1936 tarihli tapu senedine göre, Ayasofya “57 pafta, 57 ada, 7. parselde Fatih Sultan Mehmed Vakfı adına türbe, akaret, muvakkithane ve medreseden oluşan Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi” adına tapuludur…

Bu tarihi bilgiler ışığında önümüzdeki hafta İnşallah Ayasofya Cami’ne bir ziyaret gerçekleştireceğiz…

Selam ve dua ile…