Biz Avrupa kurallarını mutlak ve tek çıkış yolu olarak görmeye şartlandığımızdan gerçeği göremiyoruz. Böyle olunca da Amerika ve Avrupa ilaç şirketlerinin pazarlamacısı olmaktan öte adım atamıyorsunuz.

Adım attığınız takdirde hemen cezalandırılıyorsunuz. Tıp alanındaki yanlışlıkları dile getiren doktorlardan A. Rasim Küçükusta* ile Yavuz Dizdar daha geçen günlerde disiplin soruşturması geçirdi.**

Çözümsüzlüğün dayatıldığını görmek zorundayız. Bizim yanlışımız oyun kurucu olamayışımız.

Peki nasıl oyun kurucu hale gelebiliriz?

Molekül saflaştırma zorunluluğu veya ilaç ruhsatlandırma kriterlerini onların kanunlarını mutlak kanun olarak bu ülkeye dayatırsan, oyun kurucu olarak onları kabul etmiş oluyorsunuz. Sonrası onların size biçtiği görev ile kalıyorsunuz!

Tünelin ucu gözükmeyince yatırımcı bu yola girmiyor.

Tüm dünyaya da ilaç ruhsatlandırma kriteri için hücre kültür çalışması, hayvan deneyleri faz deneyleri (faz 1-2-3) derken, en hızlı çıkacak ilaç 10 yılda işlemler tamamlanabiliyor.

Mesela bir bilim adamı ya da bir yatırımcı bunları bile bile niye bu işe girsin? Tünelin ucu gözükmüyor.

Bir akademisyen öyle bir şeye kalkışsa ömrünün yetmeyeceğini bildiği için uğraşmıyor, yatırımcı en az 10 yıl sonra ne olacağı belli olmayan bir projeye para yatırmıyor.

Patent kanunları vs. hep bizim gibi ülkelerin aleyhine çalışıyor. Nüfusu büyük bir ülkeyiz. Dünya Patent Kanunu’na uyalım ama son dönemde getirilen ve elimizi bağlayan düzenlemeleri arkasındaki niyetleri ve bizim nasıl engellenmek istendiğimizi görelim.

Çözüm dağınık potansiyelleri bir araya getirmekte

Türkiye’nin yetkin ve uzman bilim adamları var. Ama parça parça.

Aslında bilim insanlarını, yatırımcıları ve endüstri liderlerini bir araya getirebilirsek o zaman gerçekten kendimize yetebilecek ve hatta başka ülkelere de ürettiğimiz ilaçları satabilecek ilaçlar geliştirebiliriz.

Herkes kendi alanında bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bir araya gelmedikçe faydalı bir şeyler üretmek mümkün değil.

Savunma sanayiinde sağlanan anlayış ve kümeleşme ilaç alanında da yapılabilir. Sadece muadil ya da fason ürün olarak değil yenilikçi ilaç dediğimiz kendi molekülümüz, özlük haklarıyla yani patenti ve yayınları ile tamamen ülkemize ait ilaç geliştirebiliriz.

Daha da önemlisi Hindistan, İran, Çin, Rusya gibi kendi tıp ve tedavi anlayışımızı meydana getirebiliriz.

Kendi ilacımızı geliştirmek bize büyük özgüven sağlayacak. Molekülü hemen Faz-III ya da Faz-IV’e kadar çıkaralım demiyoruz.

Molekülü Faz-I’e getirmek bile önemli bir aşama. 4-5 milyon dolarlık yatırım anlamı taşıyor çünkü. 100 milyon dolar etmeye başlıyor.

O takdirde büyük firmalar satın almak için peşinize düşüyor hemen. Yani ekonomik anlamda da kazançlı olan projeler. Satın alan firma geliştirmeyi yapıyor, güvenlik çalışmasını yapıyor ve piyasaya sunuyor.

Ülkemizde faz çalışmalarını yapabilecek merkezler var artık.

İran’a ambargo uygulandı. Akılları başına geldi. İran artık şu anda biyoteknolojik ürünlerde ve ilaç konusunda kendi kendine yeter hale geldi.

Bu kördüğümü çözmek için ne yapmamız lazım?

Cesur ve radikal bir karar vermek zorundayız. Kanun ve kuralları İran, Rusya, Çin, Hindistan nasıl kırmışsa, nasıl kendi kanunlarını yazmış ve başkasının oyununa malzeme olmaktan kurtulmuşsa biz de bu yolu deneyecek ve kıskaçtan kurtulabiliriz.

Bizim kültürümüzde, tabiatımızda binlerce yıllık zengin birikimimiz var. İbn-i Sina bin yıldır okundu dünya tıp biliminde. Kendimize yetecek ve dünyaya satacak hemen her şeyimiz var. Türkiye geleneksel ve tamamlayıcı tıpta dünya mutfağı olabilir.

Ülkemizin 4 bin 750 endemik bitki var. Tüm Avrupa’daki endemik bitkileri topladığınızda bile Türkiye’deki sayıya ulaşılamıyor.

Son yıllarda ülkemiz büyük atılımlar yaptı. Yollar, köprüler, havalimanları vs… Bundan sonra ülkeyi uçuracak olan yüksek teknoloji ve biyoteknoloji projeleridir. Bilime dayalı projelerdir.

Sağlık Bakanlığı’nın, refleksoloji, müzik terapi, osteopati, proloterapi, apiterapi, mezoterapi, homeopati, fitoterapi ve akupunktur ile larva, hi̇pnoz, sülük, kupa ve ozon uygulamaları alanlarında eğitim standartlarının yayınlanması önemli bir gelişme oldu. Yeni adımlar takip etmeli…

Ne binlerce yıllık geleneksel tıbbı, ne de bugünkü modern tıbbın imkânlarını yok sayabiliriz. Her ikisinin getirilerini bir araya getirerek, insanoğluna daha fazla sayıda şifa metodu sunabiliriz. Geleneksel ve tamamlayıcı tıp ile modern tıp birbirlerinin alternatifi değil destekleyicisi halini almalıdır.

*

**