“Sinema, hikâye anlatma sanatıdır” der, kimileri. Haklılardır da…

“Sinemanın hikâye anlatma/etme zarureti yoktur” der, başkaları. Haklılardır…

“Sinemanın ne olduğunu tam olarak söyleyemeyiz ama bu aynı zamanda sinemanın ne olmadığını söylemek anlamına gelir ki, bunu da söyleyemeyiz” diyenler de çıkabilir. Haklılardır.

Ne Polyanna ile akrabalığım var, ne de önümüzdeki seçimler için siyasete göz kırpıyorum. Hayatta herkesin haklı olduğu alanlarda haksız kalma hakkını kullanabileceğini düşünüyorum.

Haksızsam, “haksızsın” deyin!

Biz, birbirimize söyleyelim fekat sinema üreticisi işine baksın. Zira sinema, haklı olma sanatı değildir. Daha doğrusu, sanat haklı olmak gibi bir şeyin peşinden gitmez. Sanat doğası gereği haklı-haksız tartışmasını yapacak kişilere/mecralara sorularını ve ürünlerini bırakır, geri çekilir. Sonrası, teorisyenlerin işidir. Sanatkâr da eserini ürettikten sonra “ne anlattığı” ya da “nasıl anlattığına” ve bunların cevaplarına, soru doğuran soruların cevaplarına, cevap doğuran soruların sorularına ve bütün cevapların sorularına karşı düşünme ve üretme eylemine devam eder.

Evet, sanatkâr da fikir beyan eder. Ancak temelde sanatkârın fikri zaten eseridir. O yüzden sanatkâr hiçbir zaman haklı olamaz. Ve aynı şekilde sanatkârın haksız olması gibi bir mesele söz konusu değildir.

Ele aldığımız meselenin sanatın bağlamı içerisinde olduğunu bilmem söylememe gerek var mı? Yoksa sanatkâr dünya meseleleri hakkında yorum da yapar, tavır da ortaya koyar. Orası ayrı. Ayrı olan yerde de sanatkârdan beklenen tutarlı olmasıdır.

Diğer taraftan bir sanatkâra “sen böyle olmalısın” diyemeyiz. Bunu kendisine söyleyecek olan eserleridir. Eserlerinden mülhem kendiliğidir. Eserlerini ortaya çıkaran kendisidir. Kendisi olarak var olduğu ve kendisini kendi olarak ifade ettiği alanlar ve tutumudur.

“Sanatkâr sorgulanamaz, her istediğini yapar” gibi bir anlam çıkmıyor sanırım, yazdıklarımdan. Çıkamaz. Çıkmasın. Çıkmamalı. Çıkmıyor. Henüz o denli uzaklaşmadım hayatın gerçeklerinden.

Gerçek demişken, sanatkârın ya da sanatın gerçeği nedir?

Daha özele inecek olursak; sinemanın gerçeği nedir?

Misal; müzik için “filmin pazarlayıcısı” derler (pazarlayıcı yerinde başka bir ifade var ama onu hayal gücünüze bırakıyorum). Doğru mudur? Müziksiz film olmaz mı? Ya da en önemli unsuru müzik midir? Müziksiz filmler var!

Başka bir misal; “kahramanın yolculuğu” diye bir şey var. Senaryo yazarken, filmin hikâyesini kurarken uygulanan bir formül. Bu teze göre filmin kahramanının bütün serüven boyunca karşılaşacağı 12 adım var. Bu virajlar, karakterin dönüşümünü sağlıyor. Ve bir filmin kurgusunun, hikâyesinin, senaryosunun olmazsa olmazı budur. Doğru mu? “Kahramanın Yolculuğu”nu takip etmeyen ya da kendi kurgusal gerçekliğini ve yöntemini oluşturan filmler var. Hatta sinema üretiminin ciddi bir kısmı böyle. O halde “Hollywood’un Kahramanı” ve onun yolculuğunun olmazlığına dair düşünmeyelim mi?

Burada başa dönelim…

Sinema hikâye anlatma sanatı mıdır?

Şükür ki soru var. Ve yazıyı soru ile bitirebiliyoruz.

Öyle değil mi?