Birinci Dünya Savaşı devam ederken, İngiltere ve Fransa bir taraftan da Osmanlı coğrafyasını paylaşmak için aralarında gizli görüşmeler yaptılar. Bu gizli görüşmelerin sonunda 16 Mayıs 1916’da Sykes-Picot adı ile bilinen gizli bir antlaşma imzaladılar. Fransa adına Beyrut eski konsolosu François Georges Picot ve İngiltere adına Sir Mark Sykes’ın imzaladığı ve daha sonra Rusya’nın da onayının alındığı bu antlaşmaya göre bugünkü Ortadoğu’nun daha sonra oluşacak olan altyapısı hazırlanmış oldu.

Antlaşma gizli yapıldığı için Osmanlı devleti bunu daha sonra öğrenecektir. Buna göre Suriye’nin tamamı, Lübnan, Adana ve Mersin bölgeleri Fransa’ya, Bağdat, Basra arası ve Hayfa Limanı İngiltere’ye verildi. Filistin uluslararası bir statü kazanıyordu ve diğer Arap coğrafyası da bağımsız devletler olarak ortaya çıkarılacaktı. Birinci Dünya Savaşı sona erince bu plan büyük ölçüde uygulanarak hayata geçti ve bugünkü Ortadoğu’nun yapısı ortaya çıkmış oldu.

Bu plana göre Ortadoğu’da, petrol gibi yer altı kaynakları ve stratejik konumları dikkate alınarak irili ufaklı birçok devlet ortaya çıktı. Bu devletlerden birisi de Lübnan’dır. Ankara’nın yüzölçümünün yarısı kadar olan bu küçük fakat stratejik devletin mandası/hamiliği Fransa’ya verildi. Kurulan bu devletler, birçok problemi bünyesinde barındıran bir yapı olarak oluşturuldu ki ileride kontrol altında tutabilmek kolay olsun. Bu açıdan Lübnan da mezhepler, dinler ve ırklar mozaiği ve hassas bir idari yapı üzerine kuruldu. Buna göre Cumhurbaşkanı Hristiyan, Başbakan Sünni Müslüman, Parlamento başkanı Şii Müslüman, Bakanlıklar da Durziler ve diğerleri arasında dağıtılacaktı. Bu yapı hala devam etmektedir.

Lübnan 1943 yılında Fransa’dan bağımsız olsa da Fransa elini ve dikkatlerini oradan hiçbir zaman çekmedi. Birkaç gün önce Beyrut’ta 154 kişinin ölmesine ve onbinlerce kişinin evsiz kalmasına sebep olan büyük patlamadan hemen sonra ilk oraya gelen yabancı devlet yetkilisinin Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un olması dikkatlerden kaçmadı. Uzun zamandır ekonomik kriz ve siyasi istikrarsızlık içinde olan halkın arasından Macron’a, “bizi bu yönetimden kurtar” “Hizbullah’tan kurtar” yollu iltifatlar dikkat çekiciydi. Zira yaklaşık bir yıla yakın bir zamandır sokak gösterilerinin sıkça olduğu Lübnan’da tekrar Fransız mandasının geri gelmesi için imzaların toplandığı bir dönemde bu patlamanın olması ve Fransa’nın “ben buradayım” anlamında ilk duyarlılık gösteren ülke olduğunu göstermesi manidardır.

Doğu Akdeniz gaz ve petrol rezervlerinin kenarında olan Lübnan’ın İsrail ile özellikle kıta sahanlığı noktasında anlaşmazlıkları bulunmaktadır. Patlamadan sonra İsrailli bakanın “Beyrut limanında muhteşem bir havai fişek gösterisi izledik” yollu açıklamaları bu ülkedeki istikrasızlığa en çok kimlerin sevineceğini göstermektedir.

Beyrut limanındaki patlamanın dışarıdan bir saldırı ile olduğu yönündeki kuşkular giderek artmaktadır. Lübnan’ın konumu dikkate alındığında bu kuşkular haklı çıkmaktadır. Macron’un bu ziyarette Lübnan’a ekonomik yardımların, “yapılacak siyasi reformlara bağlı olması” şartı, önümüzdeki günlerde çatışmaların içine sürüklenmiş bir Lübnan’ı dünya kamuoyunun önüne getirebilir. Zira İran destekli Hizbullah, Durziler, Maruniler gibi etkili dini ve etnik gruplar, Lübnan’da aleyhlerine yapılacak olan bir düzenlemeye karşı çıkacaklardır. Yan tarafta da saldırıya hazır İsrail beklemektedir.

Yani Lübnan’ın cürmü küçük fakat üzerinde dönen hesaplar büyüktür. Beyrut limanında patlayan bomba, Lübnan için çatışmaların ve iç kargaşanın başlangıcı olacağa benzemektedir.