Çanakkale Boğazı önlerinden Kıbrıs’a kadar hilal şeklinde Batı ve Güney Anadolu’yu kuşatan adalar, Anadolu kıta sahanlığının bir devamı niteliğindedir. Anadolu’nun iktisadi, siyasi, beşeri ve askeri güvenliğinin yoğun bir şekilde bu adalara bağlı olduğu tarihi bir durumdur.

20. yüzyılın başlarında meydana gelen birçok askeri ve siyasi olayın ardından bu adaların büyük bir kısmı, Türk hâkimiyetinden çıkarak İtalyan ve Yunan idaresinegeçti. Hatta 1913-1947 yılları arasında Rodos, Oniki Ada ve Meis üzerinde Türk, İtalyan ve Yunan anlaşmazlığının kesintili bir şekilde devam ettiğini söylemek mümkündür.

Aslında siyasi hesaplar bir kenara bırakıldığında, mantık olarak Ege Denizi’nde Türkiye’ye yakın olan adaların Türkiye’ye bırakılması bölge barışı açısından daha faydalı olabilirdi. Ancak bu mantık, önce İtalyan emperyalizmine, ardından Yunan yayılmacılığına, son olarak da İngiliz siyasetine yenik düştü.

Ege Denizi’nde ve Doğu Akdeniz’de baş gösteren ihtilafların ardında, adalara ilişkin sorunlar yatmaktadır. Mesela son yıllarda,Yunanistan ile Türkiye arasında Doğu Akdeniz kıta sahanlığının sınırlandırılmasına ilişkin yaşanan siyasi krizin merkezi Meis Adası’dır. Antalya’nın Kaş ilçesine yaklaşık 2,5 kilometre, Rodos’a 100 ve Atina’ya ise 520 kilometre uzaklıkta yer alan bu ada Yunanistan’ın doğusundaki en son yerleşim birimidir.

24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nın 15. maddesiyleTürkiye, İtalya’nın işgali altında bulunan Rodos, Oniki Ada ve Meis üzerindeki haklarından İtalya lehine vazgeçtiğini kabul etti. İtalya’nın İkinci Dünya Savaşı’nda yenilmesi ve siyasi gücünü büyük ölçüde yitirmesi üzerine müttefik kuvvetlerin desteğiyle Yunanistan, Nisan 1945’de Rodos, Oniki Ada ve Meis’te yaşayan nüfusun dil, din ve kültürel bakımdan Yunan olduğunu ileri sürerek bu adaların ülkesine verilmesini istedi.

Aynı tarihlerde Yunanistan, İngiltere egemenliğindeki Kıbrıs adasının da kendisine bırakılması için yoğun bir diplomasi yürütüyordu. İngiltere, Yunanistan’ı Kıbrıs’tan uzak tutmak ve savaş sırasında yaşadığı işgal mağduriyetini ödüllendirmek amacıyla Rodos, Oniki Ada ve Meis’in silahsızlandırılarak, Paris Barış Konferansı’nda Yunanistan’a bırakılmasına rıza gösterdi. Konferansta 30 Nisan 1946 tarihinde alınan bu karar 10 Şubat 1947’de imzalanan antlaşmayla tamama erdi.

Türkiye hukuki, coğrafi ve stratejik deliller öne sürerek, Lozan Antlaşması ile İtalya lehine vazgeçtiği söz konusu adalar üzerinde, hak talep edebilirdi. Ancak dönemin arşiv kayıtları saklı kalmak kaydıyla basın üzerinden elde edilen bilgilerden, Türkiye’nin bu yönde bir çabası olmadığı anlaşılmaktadır. Belki de İkinci Dünya Savaşı sonunda Sovyetler Birliği’nin Boğazların statüsünde ve Türkiye’nin doğu sınırlarında bazı değişiklikler yapılmasını arzu etmesi, Ankara’nın Lozan Antlaşması ile vazgeçtiği adalara yeniden odaklanmasını engellemiş olabilir.

1 Temmuz 1946 tarihinde Hüseyin Cahit Yalçın Haber gazetesinde “On İki Ada” başlıklı köşe yazısında, “…Bundan 25 yıl önce Oniki Ada’nın Yunanistan’a verilmesi söz konusu olsaydı Türkiye’de büyük fırtınakopardı. Bugün ise fırtına değil, memnuniyet dalgalanıyor” şeklinde bir yazıyla Türk-Yunan dostluğuna dair duyduğu memnuniyeti ifade ediyordu.

Atina’nın resmi tezlerine göre Yunan kıta sahanlığının başlangıç sınırı Meis Adası’dır. Böylesi bir istek, Türkiye’nin Akdeniz’deki deniz alanlarını ciddi ölçülerde kısıtlamaktadır. Başka bir ifadeyle Atina, yayılmacı bir politikayla Meis’in yüzölçümünün yaklaşık 4 bin katı kadar bir deniz alanını Yunanistan’a kazandırmaya çalışmaktadır. Acaba Hüseyin Cahit Yalçın bugünleri görseydi aynı memnuniyeti duyar mıydı?