Geçen yıl Çin Devlet Konseyi Enformasyon Ofisi skandal bir rapor açıklamıştı. Buna göre, Doğu Türkistan diye bir yer yoktu. Uygurlar’ın ataları Türk filan değildi. İslâmiyet de bu ne idüğü belirsiz(!) halka Araplar tarafından dayatılmıştı.

Peki onlara göre doğrusu ne idi?

Raporda mealen şu ifadeler yer alıyordu: “Şincan bölgesi, Han Hanedanlığı’ndan itibaren Çin’in ayrılmaz bir parçasıdır. Aşırılıkçılar ülkeyi bölmek için tarihi çarpıtmaktadır. Müslüman Uygurlar Türk kökenli değildir. İslam, Şincan’a 10’uncu yüzyılda dini bir savaşla getirilmiştir. Uygurların İslam’ı seçmesi sıradan halkın yaptığı gönüllü bir tercih değil, din savaşlarının bir sonucu ve yönetici sınıfın dayatmasıdır.”

Bu aşağılık rapor, dünya kamuoyunda bir köpek maması reklamı kadar bile ses getirememiştir! Hatta Facebook sisteminin bir saat boyunca arızalanması haberi kadar bile işgal etmemiştir gündemi…

Türkiye’de ise Doğu Türkistan denildiğinde ‘aşırı Türkçü, ırkçı, Turancı’, hatta bir adım öteye giderek ‘faşist’ damgası yemek neredeyse bir kaderdir.

Doğu Türkistan, Türk’ün ‘ata yurdu’dur. Çin işgali altındaki bu bereketli ve mübarek topraklar üzerinde adeta bir açık hava hapishanesinde yaşayan 22 milyona yakın insanın ekserisi Uygur Türkü’dür.

Pekin yönetimi, Uygur Türklerine karşı kapalı bir asimilasyon politikası yürütüyor. Kapalı diyorum, çünkü bu topraklar üzerinde ne tür bir zulüm yaşandığına dair tam anlamıyla bilgi sahibi olamıyoruz. Milyonlarca insanın tutulduğu işkencehanelere “mesleki eğitim kampı” diyerek dalga geçiliyor.

Dünya kocaman bir dijital köy oldu. Yerkürenin neresinde olursa olsun en ufak bir hareket hemen fark ediliyor. Kendini dünyanın sahibi görenler, yaramazlık yapanların hemen ensesinde bitiyor. Bakınız; Ortadoğu, Afganistan, Somali, Yemen vb…

Doğu Türkistan’daki insanlık dışı uygulamalar komünist diktatör Mao’nun 1966-1976 yılları arasındaki “Kültür Devrimi” sırasında ilk kez dünyanın gündemine gelmişti; o kadar. Kendisini ‘Yarı Tanrı’ olarak gören ve bunu resmi unvan olarak kullanan bugünkü Çin diktatörü de Mao’nun izinden giderek işkence ve zulmü derinleştiriyor.

Camiler yıkık, toplu ibadet hatta bireysel namaz yasak, Kur’an kursları kapalı, Müslüman Uygur kadınına tecavüz ‘hak’, başörtüsü suç… Eğitim dili tamamen Çince. Üniversite eğitimi alabilenlerin nüfusa oranı yüzde 20’lerde. 30 yılda Uygurların kullandığı alfabe 4 defa değiştirildi. Okullar ve resmi binalarda oruç tutulması yasak. Gerekçe, “beden sağlıklarını korumalarını sağlamak…”

Doğu Türkistan’ın bugünkü fotoğrafı aynen böyle…

Bu bize kadar yansıyanlar. İçeride daha neler yaşanıyor bilmiyoruz.

Doğu Türkistan’ın büyük mücahidi İsa Yusuf Alptekin, 1970’li yıllarda Uygur Türkleri’nin yaşadığı mezalimi bize anlatırken “bu kadar da olur mu” diyerek duymazdan geliyorduk. O günlerde cılız birkaç tepki dışında, örneğin devlet eliyle herhangi bir tepki refleksi geliştirmedik. Bugünlere gelindi maalesef…

Bugün hepimize tarihi bir sorumluluk düşüyor: Suriye, Yemen, Somali, Filistin, İran Azerbaycan’ı ve daha farklı yaralı topraklar için sinir uçlarımız sürekli uyanık olacak. Ama Doğu Türkistan için en az on katı dikkat kesilmek zorundayız!

Bunun için yapmamız gereken tek şey, Doğu Türkistan’ın istiklâli için mücadele etmiş, fikir üretmiş ve bedel ödemiş “Üç Efendiler”e (Mesut Sabri Baykozi, Mehmet Emin Buğra, İsa Yusuf Alptekin) biraz daha kulak kesilmemiz.

Yoksa tarih bize Doğu Türkistan’ın hesabını da soracak.

(Nasipse, gelecek yazımızda bu meseleye devam edelim…)