Korona virüs nedeniyle hayatımıza “sosyal mesafe” diye bir kavram girdi. Bilim adamlarının önerdiği bütün diğer şartlara uymakta zorlanacağımızı düşünmüyorum ama bu sosyal mesafe bizi çok yoracak. Hep övündüğümüz övünmekle de haklı olduğumuz “sıcakkanlı” “duygusal” insanlar olmamızın önüne geçmekte epeyce zorlanacağız gibi görünüyor. Sözlü kültür geleneğinden gelen “muhabbet” ortamlarını çok seven, konuşurken sözlerinin yanı sıra beden dilini de çok kullanan bir millet olarak bu illet karşısında imtihanımız büyük olacak. Sevdiklerimizle ve dostlarla karşılaşınca tokalaşmaktan duramayan, konuşurken karşımızdakine elleriyle dokunan, yürürken kol kola girmekten keyif alan insanlar olarak şimdi karşılaşmalarda ellerimizi ne yapacağımızı bir türlü bilemiyoruz. Kimimiz selamlar kalpten olsun diye elini yüreğinin üzerine koyarak derviş selamı veriyor, kimimiz elini arkasında tutuyor, kimimiz ise önde kavuşturarak mahcup bir eda sergiliyor.

Eskiden okuduğum iletişim kitaplarında her milletin karşısındakine olan mesafede bir “güvenlik sınırı”  ve her insanın bir “mahremiyet alanı” var olduğunu hatırlıyorum. O mahremiyet alanına girildiğinde insan huzursuz olur. Bir insan size çok yaklaşarak konuşursa huzursuz olur geri çekilirsiniz. Bu mesafenin Türklerde daha kısa olduğunu hatırlıyorum. Batı toplumlarında bu mesafe daha uzundur. O nedenle batılıların ve özellikle de İngilizlerin soğuk insanlar olduğunu söyleriz.

Sosyal mesafesizlik ve sözlü kültür geleneği bizde birçok kurumun oluşmasını da sağlamıştır. “Söz Meclisi”, “Muhabbet Meclisi”, “Dostlar Divanı” “Sohbet Halkaları” “Zikir Halkaları” ve daha nice buluşma zeminleri yer minderlerinde hiyerarşisiz sınırsız muhabbetler… Bir tane de bizim memleketten dadaşlar diyarı Erzurum’dan bir muhabbet meclisi “Herfene”, Urfa’da Sıra Gecesi gibi… Biliyorum Anadolu’da uzun kış gecelerinde dostların bir araya geldiği nice toplanma meclisleri vardır.

Köyden kente göçün hızlanmasıyla artık geleneksel muhabbet meclisleri kaybolmaya başladı. Şehirlerde sadece hatırlanmak babından özel günlerde akla gelir oldular. Artık şehirde doğup büyümüş nesil için bu meclislerin anlamı kalmadı. Eskiden şehirlerde Marmara Kıraathanesi gibi irfan mektepleri varmış. Marmara’dan kültür sanatın zirveleri geçmiş;  Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Ziya Nur Aksun, Mükremin Halil, Muzaffer Özak, Üstün İnanç… Bu kıraathane başlangıçta Beyazıt’ta Küllük olarak biliniyor. Marmara Kıraathanesi’nin devamı niteliğinde Çorlulu Ali Paşa Medresesi, İlesam, Erenler,  Türk Ocağı, Yazarlar Birliği İstanbul Şubesi’nde toplanan dost meclislerine ben de katılma imkânı buldum. Bu meclislerde Mehmet Niyazi Özdemir, Üstün İnanç, Mustafa Kutlu, Hilmi Oflaz, Yusuf Özarslan, Mahmut Çetin, Mustafa Nadir Önay, Hüsamettin Arslan, Şaban Abak, Kemal Çiftçi, Ebubekir Kurban, Hakan Albayrak, Bilal Arıoğlu ve ismini hatırlayamadığım birçok münevverin sohbetlerini bu mekânlarda dinleme fırsatı buldum.

Son yıllarda takip edemiyorum böyle yazarların, şairlerin, fikir adamlarının randevusuz buluştuğu mekânlar var mı? Zaman zaman cadde kenarlarında geleneksel dekorlu nargile evleri mi ikame eder oldu irfan ocaklarını?