Siyasetçilerin genel davranış algılarında, seçmenin duygularını harekete geçirmek adına sergiledikleri gerçek üstü tanımlamalar vardır…

Fakat bu tanımlama biçimlerinin oturduğu bir ahlakilik sınırı da mutlaka vardır…

Bugünlerde bu ahlakilik sınırlarının ciddi manada zorlandığına hatta zaman zaman da aşıldığına üzülerek şahit oluyoruz…

Ürününden endişe eden, endişe ettiği için de açığı laf kalabalığı ile örtmeye çalışan “telaşlı tüccar” edasıyla yapılmaya çalışılan bir siyaset biçiminden söz ediyor…

Bu endişeli siyaset biçiminin sergilediği ve seçmen algısını esir etmeye yönelik dört temel davranış biçimini yansıtmak isterim…

Bunların ilki “Politik Medyumluk”tur…

Bu, tıpkı falcıların yaptığı gibi herkesin hayatından geçen “barnum” ifadelere yönelmektir…

“Değişim, yenilik, insan, hak, israf, adalet” gibi kavramlar, önüne arkasına bir şey ya da bir uygulama biçimi eklenmediğinde hiç kimsenin itiraz edemeyeceği ve bırakın Türkiye’yi dünyanın her yerinde iş yapabilecek kavramlardır…

Fakat “Neyi değiştiriyoruz, kimin adaleti ya da kime göre insan” gibi sorulara alacağımız net cevaplar, buradaki bütün medyumluğu tuzla buz eder…

Nitekim “insan” diyenlerin, hangi insanı kastettiğini, ekmeklerinden ettikleri işçilerden görebildik; yine “israf” diyenlerin hangi israfı kastettiklerini de bin sekiz yüz araçlık ihaleden…

Daha onlarca örneği de size bırakarak sarmalın ikinci bileşenine geçeyim…

O da “Politik İllüzyon”dur…

Tamamen soğukkanlı bir el çabukluğuna dayanan bu sahne sanatını politikaya uyarlayanlar, seçmeni gerçeklerden ve tarihsel sürekliliklerden kopararak, kendi yanıltmalarının ne kadar gerçek olduğuna ikna etmeye çalışıyorlar…

Tek kalemde bin beş yüz belediye hizmetine zam yapanlar, “Otogar artık tüm İstanbulluların” diyerek, gerçek bir illüzyon örneği sergiliyor…

Fakat sadece bas’İT bir sorgulama bile bu illüzyonun foyasını ortalığa saçmaya yeterlidir: “Otogar daha önce kimindi ki?”

Tıpkı İstanbul’un çocuklarının sütü sizinle tanımadıkları gibi; ya da İstanbul’un bugünkü gibi dün de İstanbulluların olduğu gerçeği…

Turizm rekoru kıran bir iktidarı, beceriksizlikle suçlamak da bu illüzyona dâhildir…

Turizmi ve yatırımları baltalama pahasına “Türkiye güvenli bir ülke değildir” diyen bir muhalefet kendi illüzyonunu çökertmiştir…

Kanal İstanbul için illüzyonu kuvvetlendirmek adına “akademik görüş” adı altında eklenen danışıklı şovu da iyi görmek zorundayız…

Sarmalın üçüncü bileşeni ise “Politik Miyopluk”tur…

İktidarın gücüyle ve gerçeklerle yüzleşemeyenler gittikçe artan öfkeleriyle marjlara çekildiler…

Çekildikçe de “katılaşan bir ideoloji” oluştu…

İdeolojik katılık, sadece fikri derinliğini değil aynı zamanda uzak gürüşlülüğü de zayıflatmış oldu…

Dördüncüsü de “Politik Mitomani”dir…

Yalan söylemede hiçbir beis görmeyen, hatta soğukkanlı kalarak bunu yapabilen bir siyaset biçimidir bu…

Oysa her siyasi parti için iktidardan önce “erdem”, erdem içinde “temiz bir ahlak” gerekir…

Seçmenimizin tarihsel hafızası mutlaka bu sarmalı çözecek ve her şeyi yerli yerine oturtacaktır inşallah…