Bizde evladın anaya veya babaya benzeyeceğini ifade eden sözler var.

“Armut dibine düşer.

Anasına bak, kızını al; kenarına bak, bezini al.

Testinin içinde ne varsa, dışına o sızar.” gibi sözler ebeveyn nasılsa evladın da onun gibi olacağını anlatır.

Kadın üzerinden dizayn edilmeye çalışılan günümüz dünyasında ise özellikle ana ve kızı için bu sözlerin geçerliliği kayboluyor gittikçe.

Yıllardır işlenen “kadının özgürlüğü, eşitliği, ezilmişliği” vb. kulağa hoş gelen ama aslında arka planında oldukça nahoş niyetleri barındıran propaganda üzerinden kızlarımız, analarından farklılaştırıldı.

Hem yaşam tarzı hem de giyim kuşam olarak anasıyla taban tabana zıt, anasından utanan bir nesil olarak heba edilmeye çalışılıyor kızlarımız. İşin acı tarafı şu ki bunu bilhassa analar eliyle yapıyorlar.

Ana, gerçekten hayatın sillesini yemiş; kocasından, babasından çekmiş; toplumun İslam’ın önüne konan yanlış gelenek ve göreneklerinden çekmiş. O da kızının kendi çektiklerini çekmemesi, kendi ayakları üzerinde durması(!) için kendinden farklı olması gerektiğine inandırılmış. Kızını okula gönderirken “Aman kızım oku, diploma sahibi olup bir işe gir ki kocana muhtaç olmayasın, benim çektiklerimi çekmeyesin!..” şeklinde öğütlemiş. Bu kız da doğal olarak erkekleri güvenilmez, muhtaç olunduğunda kendini ezip perişan edecek bir düşman olarak zihin dünyasına kodluyor. Evleneceği zaman da evleneceği adamı kendi eksiklerini tamamlayan, kendini bütünleyen diğer yarısı olarak görmektense mücadele edeceği, altta kalmaması gereken rakibi olarak görüyor. Bir defa güven unsurundan yoksun başlıyor birliktelik; iyi ve kötü günde yekvücut olacağı, ahiretliği olarak görmediği adamı da ilk zorlukta terk edecek ya da terk edilecek geçici bir kişi olarak gördüğünden de evlilikler yürümüyor. “Bir gün boşanırsam…” mantığı ile başlayan evliliklerin de zaten bu ön kabulle ömürlük olması beklenemez!..

Feminist dünyanın albenisi yüksek; dışı hoş, içi nahoş propagandalarıyla kızlarımızın önemli kısmı bizim kızımız olmaktan çıkarılmış vaziyette.

Müslüman ananın İslam’dan bîhaber kızı, tesettürlü ananın mini etekli kızı, mecbur olmadıkça sokağa çıkmayan ananın gece yarılarına kadar eğlence merkezlerinin tozunu attıran ve evin yolunu unutan kızı, argo bir kelime duyunca yüzü kızaran ananın bir erkekten duyamayacağınız küfürleri savuran kızı; evlenene kadar yabancı bir göz değmemiş ananın her gün bir yatakta uyanan, önüne gelenle aşk(!) yaşayan kızı…

Ne diyordu Necip Fazıl Kısakürek?

Utanırdı burnunu göstermekten sütninem,

Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem…”

Durum tam da böyle… Tesettürlü ananın yanında bakıyorsun mini etekli kızı… Yüzündeki boya, Pablo Picasso’nun eline geçseydi en az on tablo çıkarırdı.

Hayır, burada kimseyi küçümsemek gibi bir gayemiz yok da şunu anlamakta zorlanıyorum:

Tesettürün farz olduğuna inanıyorsan kızını niye kendi inandığın değerlerle yetiştirmek gibi bir gayen yok. Hatta kızını teşvik ediyorsun modern(!) olmaya… Kızını eliyle güzellik yarışmasına götüren anayı anlamak, ne kadar tevil etsem de mümkün olmuyor!..

Senin için olan ahiret, kızın için yok mu ya da sen tesettürlü olunca kızın tesettürden muaf mı oluyor?

İnanmıyorsan sen niye böylesin, inanıyorsan kızını niye ateşe atıyorsun?