Mevlana İdris’le oturuyoruz. Konu elbette her şey. Ama sıranın önünde sanat var. İlla ki oraya geliyor muhabbet. Geliyor ve dokunuyor. Dokunuyor ve gitmiyor. Kalıyor. Hem de yatılıya. Sanatla yatıp sanatla kalkıyoruz. Bir ara şu cümle çıkıyor ağzından Mevlana’nın ve,“Ağır sanat hamlesi gerekiyor. Ülke için, insan için âcil.” diyor.

Ağır sanayi hamlesine alışık kulağıma tuhaf geliyor bu tabir. Tuhaf olduğu kadar da etkileyici. Altını doldurabilir miyim diyorum. Sizindir diyor. Alıp yürüyün. Ben de aldım yürüyorum J

***

Görüşmeden bir gün sonrası!

Cuma namazındayım. Bu sefer imamla aşık atıyoruz. O minberde biz saflarda. O yüksekte, biz yerlerde. Anlatıyor imam. Daha doğrusu okuyor. Döne döne bina okuyan talebe gibi okuyor. Kendinden hiçbir şey bulunmayan, ne ruhunu ne de aklını gömdüğü tek cümlesi olmadığı metni okuyor. Bir makinadan farksız.

Bilimsel sıçramadan bahsediyor. Teknik ilerlemeden. Fikirsel atılımdan.

Bir imam, hutbede fikri ve bilimsel yükselmeden bahsediyor. Ama beni hiç etkilemiyor. Çünkü eksik, çünkü yaralı, çünkü yararsız. Çünkü kültürden bahsetmiyor. Çünkü sanat demiyor. Çünkü silah teknolojisine vurgu yapıyor ama kültürel emperyalizmden bahsetmiyor. 300 yıldır hep aynı yerden gol yediğimizden dem vurmuyor. 300 yıldır bilim ve teknik bağlamında terakki masalının bize pek de iyi şeyler bağışlamadığından bahsetmiyor. Belki de bilmiyor. Belki de üzerine hiç düşünmemiş. Belki de meselenin üzerine hiç düşmemiş. Ama aynı hutbede düşünmekten bahsediyor. Kur’an kavramları üzerinden düşünmekten bahsediyor. “Ne kadar az düşünüyorsunuz” diyor. “Hiç düşünmez misiniz” diyor. Tefekkür diyor, taakkul diyor, tedebbür diyor. Diyor da diyor. Ama sanat demiyor. Kültür demiyor. Bir milletin gerçek yükselişinin kültürle, sanatla olduğundan bahsetmiyor. Silahların yapamadığını kültürün yaptığından bahsetmiyor. Dediğim gibi, belki de bilmiyor. Belki de bu, başka bir hutbeye saklı. Hiç gelmeyecek bir hutbeye.

O an diyorum ki, kültür ve sanatı camilerin gündemine taşımadan, cami cemaatinin hayatına sokmadan kurtuluş yok. Kültür ve sanatı galeri mekanlarından çıkartıp, İslam medeniyetinin merkezi camilerin ve medeniyeti inşa edecek cemaatin gündemine sokmadan bize rahat bir nefes yok. Bir damar gibi, içinden sanatın aktığı bir damar gibi camilerde var olmadan bize kurtuluş yok. (Çok mu ileri gittim yoksa)

Tam da bu noktada, Hekimoğlu Ali Paşa Camii’nin efsane imamı Hattat Hüseyin Kutlu geliyor aklıma.

Camiyi bir gül bahçesine ve medeniyet merkezine çeviren Hüseyin kutlu, tam anlamıyla sanat hamlesine girişmiş bir kişi. Hem de ağır cinsinden. Camiye gelen cemaatle kıyafetine varana kadar ilgilenen ve her anlamda estetik dokunuşları kendine görev edinen bir imam-hatip Hüseyin Kutlu. Kültür-sanat merkezine dönüştürdüğü camisiyle kadim medeniyet birikimimizi yaşatmaya çalışan, bunu da mı yapmış dedirtecek kadar sizi şayan-ı hayrete gark eden ve ‘ahh, imamlar keşke böyle olsa, kurtuluşumuz ne kadar kolay olurdu’ dedirten bir zatı muhterem Hüseyin Hoca. Yaptıklarından dolayı da devlet nişanı(!) alarak sürülmüş bir sanatkâr Hüseyin hoca.

Acaba bu konuda bir hutbe mi irad etse Hüseyin kutlu? Tüm Türkiye’de okunacak ve ülke gündemini işgal edecek bir hutbe. İşgal diyorum çünkü, kültür-sanatın gündem olması için bu ükede, artık işgale ihtiyaç var. Kendi kendimizi kültür-sanat üzerinden işgale ihtiyaç var.

Diyelim ve buraya bir virgül koyup haftaya devam edelim inşallah.