“Sivil toplum” kavramı çok kullanılsa da ne kadar doğru anlaşılıyor çok emin değilim. Çünkü kavram bizim değil ve ilk duyuşta “hiçbir şey” ifade etmiyor. Ama ısrarla kullanmaya devam ediyoruz. Bizim olan “gönüllü kuruluş” kavramını oturtamadık. Bu ayrı bir tartışma konusu. Ben bugün sivil toplum örgütlerinin ne yaptıklarına dair bir değerlendirme yapacağım.

Sivil toplum örgütleri katılımcı ve örgütlü toplumların vaz geçilmezi olarak çok önemli görevler icra ederler. Toplum ile devleti yönetenlerin arasında köprü görevi görürler. Kendini ifade edemeyenler için vicdanların sesi olurlar. Onlardan beklenen de budur. Peki, Türkiye’de sivil toplum örgütleri görevlerini ne kadar yerine getiriyorlar? Şu anda manzaraya baktığımızda tablo çok ta iç açıcı değil. Tabii bütün örgütlü yapıları suçlamak haksızlık olur. Ancak büyük çoğunluğun genel yaklaşımlarının sorunlu olduğunu belirteyim.

Sivil toplum örgütleri kuruluş amaçlarının dışında “ideolojik” bir çerçevede “vatan kurtarma” savaşı veriyorlar. STK’ların genel bir dünya görüşünün olmasını yadırgamamak gerekir. Bu yaklaşım daha çok kuruluşların kuruluş felsefesini ifade eder. Ancak kurulduğu tabanın güçlenmesini ve sorunlarını dile getirmek, çözüm önerileri sunmak yerine kavga etmeyi tercih ediyorlar. Kendilerini siyasi partilerin yerine koyup, siyaset yapıyorlar.

Sivil toplum kuruluşlarının siyaset yapmaları siyasi partilerin hoşuna gidiyor, işine geliyor. Bu sayede siyaset ya kendine taraftar buluyor ya da rakip gördüğü STK ile çatışarak kendi taraftarlarının daha fazla kenetlenmesini sağlıyor. Siyasetin “tebdili kıyafeti” olması gereken STK’lar iki durumda da siyasetin malzemesi oluyorlar. Görevlerini yerine getirmedikleri gibi bu defa kendilerini koruma refleksi geliştirerek toplumun ve devletin başına sorun çıkaran konuma geliyorlar.

İktidara taraf olanlar, kendilerini siyasi partilerin il ve ilçe teşkilatı gibi görüyorlar. Siyasetin merkezleri de onları o seviyede görüyor. Yönetimlerini belirliyor, icraatlarını yönlendiriyor. Bu durumda etkin bir sivil toplum kuruluşundan söz etmek mümkün olmuyor. STK’ların yönetiminde bulunanlar da bulundukları makamları siyasete atlama taşı olarak görüyorlar. Siyasetçilerde bu zaafiyeti bildikleri için hem kurumları kullanıyor hem de onları ciddiye almıyorlar. Sonuçta toplum olarak hep beraber kaybediyoruz.

Muhalefette olanların durumu da iktidar destekçilerinden farklı değil. Onlar da “iktidarı devirirsek kendi partimiz iktidara gelir ve aynı misyonu biz üstleniriz” diye yoğun muhalefet yapmaya devam ediyorlar. O nedenle iktidar memleketin hayrına bir şey yapsa da onu görmemezlikten gelip en küçük bir hatayı abartarak siyaset yapıyorlar.

İktidar ve muhalefet sevici STK’ların dışında bir üçüncü grup var. Küçük azınlıkların, marjinal grupların kontrolüne girenler ve manevi değerleri araç haline getirenler. Bunlar toplum açısından da devlet açısından da büyük sıkıntı oluşturuyorlar. Bu grupların aşırı hırsları başkaları tarafından sömürülmelerinin önünü açarak toplumda onarılması zor yaralara sebep oluyorlar.

Sivil toplum kuruluşları siyasetten uzak durarak, siyaset te STK’ları arka bahçe olarak görmeden faaliyetlerini yürütürlerse daha huzurlu ve adil bir toplumda yaşama fırsatı yakalarız. Yani herkes konumunun farkında olmalı.