Geçmişi olduğu gibi kabullenmek istemeyen, kendi arzuladığı yönde yeni bir tarih inşa eden ve paradigmasının bir akreditasyon aracı haline dönüştüren faşist, zorba yönetimlerin yaşattığı “tarih bozumu”, bugün yaşanan kavga ya da kargaşaların belki de en önemli müsebbiplerinden biridir…

“Geçmiş ile tarih aynı şey değildir” sözünün, bu manada en güzel izahlardan biri olduğu kanaatindeyim…

Hiç kuşku yok ki geçmişte yaşananlar, tarih kitaplarına yansıyanlarla birebir örtüşmez…

Çünkü her metin, yazarından bağımsız değildir ve onun prizmasından yansıyanı da az çok temsil eder…

Manipülatif aktörlerin zaman zaman tarih yazımını komuta ettikleri, hatta bazı aktörlerin “mistifiye çökeltisine” maruz kalan tarih, bize her zaman bir “geçmiş icadı”nın mümkünlüğünü hatırlatır…

Bugün de sayıları azımsanmayacak bazı aktörler, “güya geçmişi” anlatırken meselenin ağırlık merkezine hep bugünü koyarlar; bu çoğu zaman bilinçsiz bir yaklaşım değildir üstelik…

Genellikle “hafıza mirası”nı reddeden faşist iktidar anlayışları için tarih, “ikiz kardeş” mesabesindedir; her icadın “doğru”latıldığı bir noter hüviyetiyle…

Bu durum kötü bir ütopyacı olan George Orwell’ı bile heyecanlandırmış olmalı ki; “Geçmişi kontrol eden geleceği de kontrol eder” cümlesini büyük bir özgüvenle kuruyor…

Yaşanmış ve bitmiş olan, değiştirilmesi asla mümkün olamayanın, “mümkün” hale gelmesinden bahsedebiliyorsak, bu bir icadı gerekli kılıyor ve geçmiş bugünün ihtiyaçlarına göre yeniden dizayn dilmiş oluyor…

Tarihçinin ne söylediğini dinlemek üzere itişip kakışmamız bile aslında onun, bize uygun düşecek bir şeyler söyleyebilme ihtimalinden kaynaklanıyor…

Elbette ehli namus tarihçilerin hakkını teslim etmede; “Hiçbir yerde masum tarihçi yoktur” diyen Jean Bouvier kadar acımasız olmayacağım…

Ama yaşanan gerçeklere baktığımızda ona da haksızlık etmeyeceğim…

Benedetto Croce, “Her tarih çağdaş tarihtir” sözüyle de icat edilmiş tarih gerçeğine vurgu yapıyor…

Tarihin ağırlık merkezine bugünü koyanlar ve ona kendi istediklerini söyletenler elbette sadece krallar ya da devletler değildi/değildir…

Her yaralı toplumun başucuna tarihin çağrılmasının sebebi de bu iyi hissettiren icatlardır…

François Dosse: “Şimdiki zaman heyecan vermiyorsa ve gelecek zaman karşısında da endişe duyuluyorsa geriye sadece geçmiş kalmıştır; yakın olmakla birlikte sonsuza dek yitirdiğimiz bu çağlar arasında hayali bir kimliğin yatırım yeridir geçmiş” derken, tarih icadının başka bir yüzüne işaret ediyor…

Hulasa her toplum tarihte kendine yer arar; bu öksüz kalmamanın garantisidir…

Ama gerçeğe samimi olarak ulaşma çabasıyla ama kötü bir niyet ürünü olan bir tarih icadıyla her toplum kendisini köklü bir tarihe yaslamak ister; türediliğin beslediği kompleksten arınmak için…

Geçmiş adına yaşanan bu tahribat sadece tarih yazımının krizi değildir; insanların ve toplumların zihinlerini bozguna uğratan ve bütün değerlerini de etkileyen çok yönlü bir krizdir…

Geçmişe sadık kalmak, kendi geçmişimizi de garanti altına almaktır…

Her tarih icatçısı şunu iyi bilmelidir: Başkalarının geçmişine göstermediği saygı kendisine de gösterilmeyecek ve başka bir icatla yok olup gidecektir…

Tarihsel hafıza mirasına sahip çıkmanın ne demek olduğunu, tarihin her döneminde hızlı akan ama bugünlerde daha da hızlanan coğrafyamız, derin gerçekleriyle bize sürekli hatırlatıyor…