Geçmişle mukayese yapmak istemiyorum. Çünkü, darbe dönemlerinin medya düzeniyle, toplumun tüm kesimlerine özgürlük getirme vaadiyle yol alan AK Parti iktidarının medya anlayışını kıyaslamak doğru değil. Gazetecilerin suikastlara kurban gittiği, gazete binalarının havaya uçurulduğu eski Türkiye ile bugünü kıyaslayıp günümüz Türkiye’sine övgüler yağdırınca da gerçeği olanca açıklığıyla izah edemiyorsunuz.

AK PARTİ’NİN MEDYASI VAR MI?

Ak Parti iktidarında büyüyüp, serpilen; koltukları köşeleri kapan şimdinin muhalifleri, mevcut medyayı 28 Şubat ile kıyaslamasaydı, ben de bu kıyası yapmayı zül addederdim. Vesayet rejimi ile halkınseçtiği ve isterse değiştirebileceği iktidarların sağladığı ortamlar kıyaslanamaz çünkü.

Türkiye’de medya, küçük istisnalar dışında hiçbir zaman “haber emekçilerinin ve fikir erbabının” kontrolünde olmadı. Sadece ülkemizde değil, tüm dünyada büyük sermaye sahiplerinin iktidarları yönlendirmek, kimi zaman şantaj ve kumpaslarla hizaya getirmek ya da iktidarın gücüne yaslanıp, muhalifleri baskı altında tutmak için kullandığı bir mecra oldu.

Fakat 28 Şubat medyası tüm bunların çok ötesindeydi. Hükümetler kuran ve yıkan iki patronun, Aydın Doğan ve Dinç Bilgin‘in elindeydi tüm medya. Yalan, iftira ve en önemlisi darbecilerin kalk borusuyla hizaya giren bir alay gazeteciyle ülkeyi sefalete sürüklediler.

Halkın iliğini kanını emen, bankaları boşaltıp milyonları bir gecede açlığa mahkûm eden darbe düzenin medyasının patronları büyük paralarla kuruluşlarını başka patronlara sattılar. Peki bugün AK Parti’nin ya da MHP’nin büyük bir medyası var mı? Hayır.

Medya patronlarının değişmesiyle AK Parti’nin ideallerini, hedeflerini ya da dünya görüşünü yansıtan bir medyaya mı kavuştuk? Hayır. Tek değişen şey, bu ana akım medyada darbecilerin borusunun susması oldu. Bu çirkin sesi ise ana muhalefetin arka bahçesi durumundaki televizyonlar ve gazeteler fazlasıyla dolduruyor.

28 ŞUBAT İLE MUKAYESE UTANMAZLIĞI

Gazeteciliğe başladığım ilk gün, gazete binamıza sol bir terör örgütü pimi çekilmemiş el bombasıyla “tehdit mesajı” iletmişti. 90’lı yıllar için sıradan bir şeydi bu. Binamızda sık sık panzerler eşliğinde polis baskınlarıyla karşılaştığımız, temsilcilerimizin terör şüphelisi diye damgalanıp gözaltına alındığı, okurlarımızın gazeteyi okuduktan sonra yaktığı dönemlerdi.

Ana akım medyada yer bulamayıp, sosyal medya hesaplarından yayın yapmak zorunda kalan Davutoğlu-Babacan ve kalemşorları unutmuş olabilir o günleri. Fakat, Cumhurbaşkanının şahsından, beşiğindeki torununa kadar en ağır küfürlerin edildiği çamur deryasına dönüşmüş mecraları tiksintiyle izleyen bu millet unutmadı.

Fikir ve düşünce özgürlüğü ayrı bir şeydir, küfür, hakaret ve tehdit ayrı bir şey. Her türlü yalanın boca edildiği ve hiçbir cezai müeyyide ile karşılaşılmadığı bir medya düzeni olabilir mi? Farkında değiller ama bunun muhalefete de faydası yok. Çünkü bu kontrolsüzlük, onları da vurabilir. Şükür ki, yandaş dediklerinde öylesi bir ahlak fukaralığı yok.

Kimse bize “medya özgürlüğü” masalı okumasın. Tank paletlerinin gölgesinde, doğruları halka ulaştırmak için mücadele veren bir geçmişimiz var bizim.