“Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez/Topla vurdukça yürekler, onu top sindiremez.” diyen Akif, ayrımcılığın bir milleti parçalamaya kâfi geleceğini haykırmıştır.

Bir millet yok olsun mu istiyorsun? Derhal araya tefrika sokun! Ve seyredin. Kardeşin kardeşe düşman olduğunu göreceksiniz. Akıl ve kalp devre dışı kalınca, kör zihinler, eğriler için mücadele eder. Oysa “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” (Hud suresi 112 ayet) ayetindeki doğruluğun içine girilse, ayrımcılığın yok edici olduğunu anlayacak Müslüman.

Düşünce susunca, kibre hizmetkârlık başlar. Tefrika adlı bulaşıcı hastalık yayılınca, insanlık kendi kendini katleder. Parçalara ayrılan gruplarda adalet duygusu zayıflar. Üstünlük öfkesi, güç olur. Her grup, kendini kurtarıcı ilan edip, kendi biricikliği ile hâkimiyet kurmanın savaşını veriyor. Bu tefrika seviciliği, kendilerinden olmayanlara iyilik sunabilir mi? Bilakis herkes birbirinin ayağına taş koymak için yarışmakta. En doğrusu, en güzeli, en takvası benim demek kibir abideliğine sürükleniş değil mi?

*Önce senden olanı kolla ve sarmala ve bağrına bas. Diğeri kim mi? Aynı Kâbe-i Şerif’e yüz çevirdiğiniz, İslam birliğinin nefesi!

*Kendinden olanı sevip, yardım edeceksin! Ya öteki kim? Doğar doğmaz ümmetim diyen Peygamberin ümmeti!

*Önce aynı düşüncede olduğunu seveceksin! Farklı olan kim? Şehadet getirip İslam’ın emirlerini, gücü nispetinde yerine getirmeye çalışan din kardeşin!

*Kendi davan için hizmet edeceksin! Asıl dava ne? Bu soru hep cevapsız kalacak. Kalmalı. Aslının toprak olduğunu bilenler, cevabı orada aramalı. Yani özünde.

İçimize hasarlar açan, bizi yavaş yavaş biz olmaktan meneden sistemi merakla, arzuyla kucakladık. Birliğin gövdesine yaslanmanın huzurunu tadamadık. Bize servis edilen plana dahil olurken, kendimize muhalif olduğumuzu unuttuk. İnsanlığı parçalamak demek, insani gayesiz ve amaçsız bırakmak demektir. Zengin, yoksul, ün ve şöhret sınıflarına ayırdık insanı. Gücün karşısında eğilen kaç kişi kendinden memnun.

Zeki, girişimci, orijinal fikir sahibi ama ekonomisi yetersiz olanlara hak ettiği potansiyel enerjiyi vermediğimiz gibi olanı da elinden aldık. Sağlıkta, sporda, edebiyatta, bürokratta, şirket pozisyonlarında, her sektörde bilgisi olanı, kabiliyetli güçleri arka planda tuttuk. “Her türlü ayrımcılık ahlaksızlıktır ve bunlarla mücadele etmek, yolumuza çıkan koşullanmalar ne olursa olsun, bir görev. Aslında insanlığımızın büyüsü, hatta güzelliği tam da bu mücadelede ve bu görevde yatıyor.” diyen Paule Freire, ahlak çemberine davet ediyor kendini unutanları.

Bu filanca mahalleden, burada barınamaz. Diğerinin şivesi bozuk, öbürünün teni başka. İnsanı, insan olduğu için kabul edemedik, kendimize göre cezalar kestik insanlığa. Kendimize acımalı mıyız ayrıştırdığımız, ötekileştirdiğimiz için. Tabii ki de. Birilerinin kitapları okunacak, anlattıkları dinlenecek. Şu yazar ve şairden uzak durulacak. Oysa eksi ve artı olan her şeyi ruhta harmanlamak, pozitif bir kazançtır. “En temizimiz ‘Ben kirliyim’ diyebilendir. En kirlimiz ise sürekli kendini aklayandır.” diyor Doç. Dr. Muhammet Ilgaroğlu. Haklı da. Adımıza kararlar verilmesi bizi hangi noktaya getirdi diye düşündük mü? Tefrikayı besleyen medya kanalları, gazetecilerin kirli dili, yeni nesle nasıl bir hakikat elbisesi dikti acaba. Bu son kuşak isyana daha yatkın. Yargılayıcı. Aileden ve değerden kopuk.

Bu ayrımcı gözler içimizdeki ışığı emdi. İnsanlığın bu denli sevgiye aç oluşunun ana nedeni tefrikadır. Sevgi olmadığında, insan bir hiçtir. Öğrencilik hayatım aktif sanat etkinlikleri ile geçti. Hiç unutmuyorum Bir defasında edebiyat hocamız, şiiri okurken bayrak açacaksın, buraya da ayrıca çalış dedi. Bir başka hocamız beni yanına çağırıp, sen filanca kişilerle de arkadaşlık yapıyorsun onlarla bağını kesmezsen, başkasına veririm programdaki görevini diye tehdit etti, kendine göre ikazda bulundu. Cevabım, derhal başkasına verin olmuştu. Bu tablo çocuk yüreğimde bir sızı olarak kaldı. Babam sevgide, dostlukta, kardeşlikte ayrımcılık olmayacağını öğretmişti bize. Zayıf karakterler, kukla olur. Güçlü olmanın, küçük oyunların dışında kalmanın yolu sevgi ve muhabbettir.

Tefrika arka perdede bir rant göstergesi ile yerini aldı. Her güç sahibi, toplum lideri olarak gördü kendini. Birliğe, beraberliğe teşvik için değil, oluşturulan çatı için mücadele edildi. İyilik öznesini kaybedince; kimin iyi olduğunu, neyin doğru olduğunu anlayamadık.

Bunaldı millet son asrın uç ayrımcılığından. Sorgulamadan, ön yargısız sevmeye ve kalp yeminine ihtiyacı var bu milletin. Yani aşkın, ruhu soylu kılışına. Bırakalım bundan sonrasını sevgi terbiye etsin. İzin verelim sevginin ahlakı, bizi ait olduğumuz yere sürüklesin. Bir dostu beklentisiz sevmek yorsun yüreğimizi. Saygı, edep ve vefa üçgeninde aşkta birleşelim. Dostun önünü kesen olmayalım. Durup, yol veren olalım. Merhamet piramidi kuralım kalplerden kalplere uzanan. Özetle insanca yaşamak için, insanlığı çürüten zihniyeti uzaklaştıralım yaşamamızdan.

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Fuat Köprülü: “Eğer insanlar birbirini sevmiş ve şefkatin faydalarını takdir etmiş olsalardı, bir daha mahkemelere muhtaç olmazlardı.” Sevgiye emanetsiniz…