“Muhakkak ki Allah katında (yegâne) din, İslâm’dır! Kendilerine kitap verilenler (Yahudi ve Hristiyanlar), ancak kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki hasetten dolayı ihtilâfa düştüler. Artık kim Allah’ın âyetlerini inkâr ederse, şüphesiz ki Allah, hesâbı pek çabuk görendir.” 3 Âl-i İmran 19.

DİN: Allah Tealâ tarafından konulan ve insanlara kurtuluş yollarını gösteren, yaratılışlarındaki gaye ve hedefi, Allah’a ne sûretle ibadet yapılacağını bildiren, kendi arzularıyla bu inanç ve hükümleri kabul eden akıl sahiplerini, hayırlı olan iş ve amellere sevk eden ilahi bir kanundur.

Bu tarife uygun olan ise ancak İslâm’dır. Onun dışındakiler, adına din ya da başka şeyler deseler de, asla doğru ve hak değildir. İnsanları helâke sürükleyen batıl düzenlerdir.

DÎNE OLAN İHTİYAÇ

İnsanın yüce bir kudrete gönülden bağlanması onun gücüne güç katar; dua, niyaz, iltica insanı ulvîleştirir. Allah sevgisi ve korkusu iki yönden insanın ruhî ilkelliğini giderir, ona kuvvetli bir irade ve sağlam bir karakter kazandırır. Böyle kimselerin içinde yer aldığı toplumlarda fazilet yarışı başlar. Din insana hem içgüdülerinin ve madde âleminin esiri olmadığı, hem de sonsuz bir hürriyet ve bağımsızlık içinde bulunmadığı şuurunu verir. Kişi bencil duygularına, canlı ve cansız tabiata değil, yalnız her şeyin sahibi Allah’a boyun eğecektir. Dînin bu telkini insana gerçek hürriyet ve bağımsızlığını kazandırır. Artık kul, yaratıklar önünde ve tabiat olaylarının karşısında hayret ve dehşete düşmez.

Din, fertleri, mukaddes duygu, ortak şuur ve vicdan etrafında birleştiren bir âmil olduğu gibi toplumları yükselten, onların gelişmesini sağlayan bir kurumdur. Din aynı zamanda ahlâkî bir müessese olarak insanlara yön veren, en mükemmel kanunlar ve en sıkı nizamlardan daha kuvvetli bir şekilde kişiyi içten kuşatan, kucaklayan ve yönlendiren bir disiplindir. Dinin zayıflaması ahlâkî ve hukûkî suçların artmasına, giderek anarşizme yol açar. Çünkü din olmayınca ahlâk için yaptırım gücü kalmaz.

Dindeki âhiret inancı, bir yandan uhrevî sorumluluk şuuruyla insanın ahlâkî gelişmesine katkıda bulunurken, öte yandan, ölüm korkusunun insan psikolojisi üzerindeki tahrip edici etkisini önler. Âhiret inancı, insanın içindeki ebediyet duygusuna cevap vermek bakımından da önem taşımaktadır. Sıkıntılardan kurtulup ebedî huzura ulaşma, Allah’ın rızasını elde etme ideali, insanda yaşama sevincine yol açar, dünyanın ıstıraplarına karşı tahammül gücü verir. Geçici dünya arzuları aslında insan ruhunu tatmin etmediğinden, din ona en yüksek ve ulvî zevkler, manevî hazlar kazandırır.

KAÇ ÇEŞİT DİN VARDIR?

Dinler üç kısımda incelenir:

1- Gerçek Dinler: Bunlar, Allah Teâlâ tarafından peygamberleri vasıtasıyla insanlara bildirilmiş olan dinlerdir. Bunlara “ilâhî din”, “hak din” veya “semâvî din” adı verilir.

Semâvî dinler, Hz. Âdem (as) ile başlayıp, Hz. Muhammed’le (sas) son bulan tevhid inancını telkin etmiştir. Allah’a, meleklere ve âhiret gününe inanmak bütün semâvî dinlerin ortak özelliğidir. Peygamber, kitap veya sahifeye inancın her ümmet için kendi devrine ve peygamberine göre olması tabiidir. Dinler arasında sadece bazı ibadetler, beşerî münasebetler ve muameleler bakımından farklılıklar olmuştur. Bu da kültür ve medeniyetin gelişmesi, nüfus artışı ve ihtiyaçların çoğalması ile yakından ilgilidir. Hz. İsa’ya kadar olan ilâhî mesajlar, sonradan bozulmuş, asılları kaybolunca, Allah Teali ve Tekaddes hazretleri en son ve en mükemmel din olan İslâm’ı, Hz. Muhammed (sas) vasıtasıyla insanlık âlemine göndermiştir.

2- Aslı bozulmuş dinler: Bunlar yukarıda da belirtildiği gibi aslı bakımından birer gerçek iken, sonradan bozulmuş, dayandıkları kutsal kitapların orijinali ortadan kalkmış dinlerdir. Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi. Bu dinlerin ilâh inancında da tevhîd akîdesinden uzaklaşma görülür. Kendi din adamları tarafından büyük ölçüde katmalar ve çıkarmalar yapılmış olan Tevrat, bugün Yahudiliğe millî bir karakter kazandırmış, yerin ve göğün sahibi olan Allah’ın (Yahova), yalnız İsrailoğullarının ilâhı olduğu, başka milletlerin, onlara tâbî olmak ve hizmet etmek için yaratıldığı inancı telkin edilmiştir. Tevrat’ın her sayfasında bu gibi telkinlere rastlamak mümkündür.

Cenab-ı Hakk daha sonra Hz. İsa’ya İncil’i göndermiş, ancak Hıristiyanlığın kutsal kitabı olan İncil’in orijinali de bozulmuş ve akîdede Hz. Âdem’den beri gelen tevhid inancından uzaklaşmıştır. Hz. İsa’yı Allah ve Allah’ın oğlu kabul etme yahut üç il­âhtan birisi (teslis) sayma, onları şirk ve küfre düşüren noktalardandır.

3- Batıl dinler: Bunlar, asılları bakımından tevhid inancı ile ilgisi bulunmayan dinlerdir. Bunların kaynağı vahiy değil, insandır. Bazı toplumların din adıyla uydurup, ortaya attıkları şeylerdir. Bunlarda akla, hikmete ve toplum yararına uygun bazı hükümler bulunsa bile kökleri Yüce Allah’a ve O’nun bir peygamberine dayanmadığı için kutsallık yönleri olmaz. Aya, güneşe, yıldızlara, kutsal saydıkları bazı hayvanlara, kendi elleriyle yaptıkları putlara veya bazı tabiat güçlerine tapmak bu niteliktedir. Tarihte görülen Hinduizm, Budizm, Mecûsilik ve Şamanizm bunlar arasında sayılabilir. (Döndüren, Hamdi, Delilleriyle İslâm İlmihali, İst. 1991, s. 19-20.)

HAK DÎNİN ÖZELLİKLERİ

Gerçek bir dini, diğer dinlerden ayıran özellikler çoktur. Bunların başta gelenlerini birkaç madde de toplamak mümkündür:

1- Hak din, Allah tarafından gönderilmiş, peygamberi aracılığı ile insanlara duyurulmuştur. Tek Allah inancına dayanır ve O’na ibadet edilmesini ister. Varlıklar âleminin Allah Teâlâ tarafından yaratıldığını haber verir.

2- Bütün peygamberlere ve semâvî kitaplara inanılmasını ister.

3- Melek denen, latif yaratılışlı manevî varlıklara inanmayı emreder.

4- İnsanların öldükten sonra, yeniden dirileceğini ve ebedî ahiret hayatını haber verir.

5- Allah Teâlâ’nın olmuş ve olacak her şeyi bildiğine, ezelde takdir edip (kader), zamanı gelince yarattığına (kaza), gerçek tasarruf sahibinin Yüce Allah olduğuna inanmayı öngörür.

6- İnsanları birliğe çağırır, aralarında kardeşlik meydana getirir, temelde herkesin eşit olduğunu, üstünlüğün ancak takvâ ile ve ahlâk güzelliğinden ibaret bulunduğunu bildirir. İnsanlar arası ilişkileri insan yaratılışına ve psikolojisine uygun olarak düzenler.

7- Böyle bir dinin hükümleri her yönüyle akla, hikmete ve pozitif bilimlere uygun olup, insanların kurtuluşuna ve mutluluğuna vesile olur.

Günümüzde bütün bu özellikleri bünyesinde toplayan din, İslâm’dan başkası değildir. (Döndüren, Hamdi, a.g.e., s. 20.)

İSLÂM PEYGAMBERLERİ TASDİK EDER

İslâm geldiği zaman kendisinden önce gelen bütün peygamberleri ve ilâhî dinlerin aslını tasdik etti. Hz. Musa ve Hz. İsa’ya inanılmasını isterken, Yahûdi ve Hıristiyanların da Hz. Muhammed’i (sas) tasdik ederek, O’na tâbî olmaları gerektiğini belirtti:

“(Resûlüm!) de ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah’tan başkasına tapmayalım. O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman; şahit olun ki biz Müslümanlarız, deyiniz.” 3 Âl-i İmran 64.

Bu gerçeği aklı başında olanlar kabul etmesine rağmen pek çokları da reddetti:

 “Hepsi bir değildir; ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah’ın âyetlerini okurlar.

Onlar, Allah’a ve âhiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten menederler; hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar iyi insanlardandır.

Onların yaptıkları hiçbir hayır karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, takvâ sahiplerini çok iyi bilir.”3 Âl-i İmran 113-115.