Dünya, dünya olalı böylesini görmemiştir.

Aman ya Rabbi!

Ne felâket!

Ekranlarda zinadan olan çocuğu için sevinç gösterisi yapıyormuş.

Görmedik ama yazılanlardan anladığımız bu acı gerçek, kıyamet alameti değil de nedir acaba?

Allah’ım! Aklımızı alma! Başımıza taşlar yağdırma.

“İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri de helâk etme!”

Neler oluyor ve nereye gidiyoruz?

Bu gemi nasıl batmaz böyle?

Edebin, hayânın yok oluşu ve insanların bunları ilgiyle, kabullenerek, merakla izlemesi nedir acaba?

Yarın Rabbimize nasıl hesap verilecek?

Hani iman işaretleri?

Hani haykırmak toplum olarak bu yanlışları?

Hani yayınlayanlara protestolar?

Hani idarecilerin duyarlılığı?

Allah’ın hükümlerinin milyonların gözü önünde, bu kadar açık bir şekilde çiğnenmesi ne büyük bir felâket! Duyarsız bir halde olmak ise, daha büyük bir vebal!

“Onlar, yapmakta oldukları kötülüklerden birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yaptıkları işler, gerçekten ne kadar kötü idi.” Mâide79.

Hâlbuki mü’minler şöyle olmalıydı:

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostu ve yardımcısıdırlar. İyiliği emir ve tavsiye eder, kötülüklerin önünü almaya çalışırlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederler. İşte onlar, kendilerine Allah’ın merhametle muâmele edeceği seçkin kimselerdir. Şüphesiz ki Allah, kudreti dâimâ üstün gelen, her işi ve hükmü hikmetli ve sağlam olandır.” Tevbe 71

NEREDEN NEREYE?

Acaba nerede idik ve nereye geldik?

Hâlbuki İnsanı diğer mahlûkattan ayıran en belirgin özelliklerden birisi, hayâ yani utanma duygusudur. Bu nedenledir ki, mü’minlere hayâlı olmaları emredilmiştir. Hatta Kâinatın Nûru (sas) Efendimiz:

“Hayânın hepsi hayırdır,”  Ebû Davûd, edeb 6.

“Hayâ îmandandır,” buyurmuşlardır. (Buhârî, edeb 77; Ebû Davûd, edeb 6.)

Tabiî ki hayâ her mü’minin süsüdür. Kadın ve erkek herkesin…

Büyüklerimiz her fırsatta edep ve hayâyı dile getirmişlerdir. Hatta bu, bir deyim halini alarak “edeb yâ hû” şeklinde insanların uyarılmasında kullanılmıştır.

İLİM GERİDE KALDI, İLLE EDEP!

Yunus Emre de bu gerçeğe şöyle vurgu yapar:

İlim geride kaldı, ille edep!

İşte edep ve hayânın önemi.

Hayâ kadında olunca daha da güzel olur. Çünkü kadın ya da genç kızlarımız, ancak hayâ süsüyle süslendikleri zaman güzelleşir ve kıymet kazanırlar.

Bu süs, kadından asla çıkmamalıdır. Şayet çıkacak olursa değerini kaybettiği gibi, nefis ve hevâ yolunda alet edilen bir metâ halini alır.

İşte örtünme de, bu hayâ duygusunun gereğidir. Daha da ötesi, takva elbisesine bürünülür. Bilelim ki Cenab-ı Hakk, bizler için çirkin yerlerimizi örtecek giysiler yaratmıştır.

Bu, tabii ki O’nun halk ettiği nîmetlerden dokunur ve dikilir. Bu nîmetler aynı zamanda bizim süsümüzdür. Onlarla daha da güzelleşiriz. İşte bu gerçekler şu âyetlerde şöyle dile getirilir:

“Ey Âdemoğulları‎! Size ay‎ıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yaratt‎ık. Takvâ elbisesi; İşte o daha hay‎ırlı‎dı‎r. Bunlar, Allah’ın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar.”7 Â’raf 26.

 “Ey Âdem oğullar‎ı! Her secde ettiğinizde güzel elbiselerinizi giyin; yiyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.”7 Â’raf 31.

Bütün bu gerçekler bize tesettürün kesinlikle Allah’ın emri olduğunu ortaya koymaktadır. Bu konuda apaçık âyetler vardır.

 

KIYMETLİ ŞEYLER

Acaba bizler kıymetli şeylerimizi ortaya mı atarız yoksa onları, en gizli ve muhkem yerlerde mi muhafaza ederiz?

Acaba “hürriyet” ve “çağdaşlık” felsefeleriyle kadını açan ve ortaya döken, bir şehvet aracı haline getirmeye çalışan düşünceler ve onun savunucuları kadına gerçek değeri mi veriyorlar?

Şüphesiz ki kadın Allah’ın yasak kıldığı yerlerini açması halinde, insanları şehvet nazarlarıyla üzerine çekmiş olur. Bu ise, onun saygınlığını azaltır.

Halbuki tesettür, ona hürmet ve saygı gibi en güzel değerleri de kazandıracaktır. Rabb-ı Zül-Celâlimiz de tesettür ayetinde bu hakikati açık bir şekilde şöyle belirtir:

 “Ey Peygamber! Hanı‎mlar‎ına, kı‎zları‎na ve mü’minlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için d‎‏ışar‎ı ç‎ıkt‎ıklar‎ı zaman) dış örtülerini üstlerine almalar‎ını‎ söyle. Onlar‎ın tan‎ınmas‎ı ve incitilmemesi için en elveriş‏li olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”33 Ahzab 59.

 

İBRETLİ BİR HADİS

Hz. Peygamber’in (sas) âmâ bir zât olan İbn Ümmi Mektûm geldiği zaman, eşlerine nasıl emrettiğine bakalım:

Ümmü Seleme (ra) dedi ki: Ben Rasûlullah’ın (sas) huzurunda bulunuyordum. Huzurda Meymûne (ra) da vardı:

İbn-i Ümm-i Mektûm çıkageldi. Bu geliş, örtünmemizle emrolunduktan sonra idi. Peygamber (sas):

-“Ondan örtününüz,” buyurdu. Biz:

-Ey Allah’ın Rasûlü! O, âmâ değil mi? O bizi göremez ve tanıyamaz, dedik. Rasûlullah:

-Sizler de mi âmâsınız, siz onu görmüyor musunuz?” buyurdu. Ebû Davûd, libas 34; Tirmizî, edeb 29.

Ashab-ı Kirâma da Peygamberimiz’in (sas) hanımlarından bir şey istenecekse, perde arkasından istemeyi bizzat Cenab-ı Hakk emrediyor:

 “Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman, perde arkasından isteyin.”33 Ahzab 53.

KADININ AÇILMASI FELÂKETTİR

Bir kötülük ya da günaha mani olmakta aslolan; öncelikle ona giden yolları kapatmaktır. Bundan dolayıdır ki örtünme de, zinaya giden yolların ilk engelidir. Çünkü kadının açılması, karşı cinsini önce göz zinasına, Allah korusun sonra da daha büyük günahlara götürür.

Mevlâ’yı Zü’l-Celâl’imiz bunun içindir ki erkek ve kadınlara gözlerini harama bakmaktan sakınmayı emretmiştir. Hatta erkeğin de mahrem yerlerini kapatması ayet-i kerimede açık bir şekilde emir buyrulmuştur:

“(Ey Muhammed!) Mü’min erkeklere söyle de, gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar ve mahrem yerlerini korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Şüphe yok ki Allah, onların ne yaptıklarından hakkıyla haberdardır.” 24 Nûr 30.

Devamındaki ayet-i kerimede ise, aynı emir kadınlara gelir:

“Mü’min kad‎ınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen k‎ıs‎ımlar‎ müstesna olmak üzere, zinetlerini te‏şhir etmesinler. Başörtülerini, yakalar‎ını‎n üzerine (kadar) örtsünler.”24 Nûr 31.

Âyet-i kerîmelerde görülen hakîkat odur ki; insanları fuhşa ve kötülüğe sevk eden bütün yollar yasaklanmıştır. Bunun gereği olarak da tesettür ve hayâ emredilmektedir. Rabbimizin rızası bu doğrultudadır.

ZAMAN VE MEKÂN

İnanan insan hangi zaman ve mekânda yaşarsa yaşasın, Rabbini razı etmelidir. Zira O’nun emir ve yasakları bütün çağları kuşatır. O halde “Bu zamanda baş mı örtülürmüş?” denilmez.

Âyet-i kerîmeler “20. asırda örtüyü terk ediniz” demiyor. Bilâkis kıyametin kopacağı ana bile ulaşsak, yine O’nun emirleri geçerlidir. Kadın ve kızlarımız bu emre daima yapışmalıdır.

Örtü, kadını daha güzelleştirir ve daha da saygın hale ulaştırır. Allah’a gönül vererek yaşamalı, aldatıcı ve fani zevklere kapılmamalıdır. Unutmayalım ki, bu süslediğimiz bedenler bir gün toprağa girecektir. Orada yılanlar ve çıyanlarla birlikte olmak istemiyorsak, Allah’ın emrettiği şekilde yaşayalım. Allah’ın Rasûlü ne güzel buyurmuşlar:

“İman yetmiş küsur bölümdür; hayâ da imandan bir bölümdür.”Müslim, îman 57.

Allah (cc), encamımızı hayreylesin! Bu edepsiz hal ve davranışlardan kurtarsın. Bunun için bizlere gayret versin. Nesillerimizi İman ve İslâm üzere daim eylesin!