“EL-ADLÜ ESÂSÜ’L-MÜLK”, “Adalet mülkün esasıdır” Hazret-i Ömer bu sözü ile bir devletin zulümle ayakta kalmasının mümkün olmadığını, payidar olmasının sırrının adalet esası üzerine işlemesi gerektiği fikrini veciz bir şekilde ifade etmiştir.

Toplumsal adalet Kuran’ın temel amaçlarındandır. Bu ilâhî mesajlara kulak verilmeli, sınıfsal statüsü ne olursa olsun “herkes için adalet” ilkesinden taviz verilmemelidir. Huzurlu, mutlu bir dünya; evrensel bir değer olan adalet ve hakkaniyet ilkesinin gerçek manada uygulanması ile mümkündür. Adaletin olmadığı yerde hak, hakkın olmadığı yerde huzur, huzurun olmadığı yerde dirlik ve düzen olmaz.

Adalet sınıfsal tasnife göre değişmez

Nisa: 135. Ayet “Ey iman edenler! Kendinizin veya anne babanızın ve akrabanızın aleyhine de olsa adaletten asla ayrılmayan, Allah için şahitlik eden kimseler olun. (İnsanlar) zengin olsunlar, yoksul olsunlar Allah onlara sizden daha yakındır. Öyleyse siz hislerinize uyup adaletten ayrılmayın. Eğer adaletten sapar veya üzerinize düşeni yapmaktan geri durursanız bilin ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.”

İnsan topluluklarının korunmaya, düzene ve adalete ihtiyaçları vardır; devlet de bu ihtiyaçlardan doğmuştur. Adaletin gerçekleşmesinde bağlayıcı hukuk kuralları kadar onları uygulayan yönetici ve hâkimlerle hakkın veya suçun ispatı için gerekli bulunan şahitler önemli rol oynamaktadırlar.

Adalet görevlilerinin doğruluktan sapmalarına sebep olan amilleri iki gruba ayırmak mümkündür: Maddî menfaat, manevi eğilim ve değerler. Ayetin gerek “Kendiniz, ana-babanız veya akrabanız aleyhine de olsa” kısmı, gerekse “zengin olsunlar, yoksul olsunlar” kısmı bunları bir genel anlatım üslûbu içinde ihtiva etmektedir.

Hâkim ve şahitler elde edecekleri veya elden kaçırmak istemedikleri şahsî menfaatleri veya yakınlarının menfaatleri sebebiyle adaletten sapabilmektedirler. Ayrıca davacı ve davalının sosyal, ekonomik ve siyasî durumu da şahit ve hâkimleri etkileyebilmektedir. Hâlbuki zengin de yoksul da Allah’ın kullarıdır, onları içinde bulundukları duruma göre değerlendirecek, haklarında hayırlı olanı lütfedecek, sorumluluklarını belirleyecek ve hikmetinin bir sonucu olarak dilediğinde özel lütuflarda bulunacak olan da Allah’tır. İnsanların O’nun yerine geçmeye, adaleti saptırma pahasına kayırmaya hakları yoktur.

Bu sebeplerle gerek hâkimlerin ve gerekse şahitlerin haksız tarafa meyletmeleri veya hakkın ortaya çıkmasını, adaletin gerçekleşmesini engellemek için hükümden ve şahitlikten geri durmaları, mahkemeyi oyalayan davranışlar içine girmeleri de yalancı şahitlik ve hukuka aykırı hüküm kadar adalete aykırı bulunduğundan ayet bunları da yasaklamış, bazı şeyleri halktan gizlemek mümkün olsa bile Allah’tan gizlemenin imkânsız olduğunu vurgulamıştır. (Kur’an Yolu Tefsiri C.2 S.159)

Adalette son söz Allah’ındır

Mutlak adalette son söz Allah’ındır. Allah her şeyi ilmiyle görür. Hiç bir şey ondan gizlenemez.

Nisa: 108.Ayet “Onlar yaptıklarını insanlardan gizleyebildiler ama Allah’tan gizleyemezler. Çünkü gecenin karanlığında, Allah’ın tasvip etmediği düşünce ve inançları ne zaman tasarlasalar Allah onların yanı başındadır ve Allah onların bütün yaptıklarını (ilmiyle) kuşatır.”