Savaş karşıtı olmak diye bir şey yok. Önce bu cümleyle başlayalım. Savaş bir zorunluluk. Bir süre barış ve esenlik içinde yaşıyorsun diye “vakıa”yı görmezden gelemezsin. Şaka gibi geliyor belki ama Suriye’de şu an bir kısım insan, başka bir kısım insanla “savaşıyor”. Sebebi o ya da bu. Bu bir vakıa. Buna karşı olmak, Ay’ın Dünya’nın uydusu olmasına karşı olmak gibi bir şey. Hepimiz toplanıp Suriye’deki savaşa karşı olduğumuzu duyursak mesele çözülecek mi mesela? Hayat, korunaklı sitelerimizde rahat rahat uyuduğumuz gecelerimizden, esenliğimizin sarsıldığı ufacık meselelerle örülmüş şikayetlerimizden ibaret değil. Maalesef değil.

Biz teröre karşıyız. Biz savaşın hukukunu korumakla mükellefiz. Çocuk öldürmeye, silahsız insanları, yaşlıları, kadınları öldürmeye karşıyız biz. Gece yatağında uyurken polis öldürmeye karşıyız biz. Süpermarkete dalıp alışveriş yapan kadınları öldürmeye karşıyız. Yoksa savaş uçağına binip aşağıya bomba yağdırıyorsan, seni vururuz kusura bakma. Eline silah alıp dağlara tepelere köylere baskınlar yapıyorsan seni vururuz.

Savaşın doğal ve acı sonuçlarını çocukların, kadınların, masumların çektiklerini biliyorum. İşte bu yüzden savaş olmasın diye uğraşmak gerekir. Hatta ilk saldıran sen olmamalısın. Buna da tamam. İyi de adam kendisinden 5000 km ötedeki bir savaşa burnunu sokmuş, karadan acımasız ithal askerleriyle saldırıyor, denizden füzelerle vuruyor, uçaklar bomba yağdırıyor ve üstelik küstahça senin sınırlarına girip çıkıyor sen de “barış” diye bağırıyorsun. Olmaz böyle bir şey.

Barış ancak düşmanının sınırını bildiği noktada anlam kazanır. Hukuk dediğimiz biraz da bu. Sen düşmansın ve bu bir sınır. Bu sınırı geçersen senin burnunun ortasına vururum. Ben geçersem de sen vurabilirsin. Sonuçta kim kimi alt eder onu bilemem ama başka türlüsü komiktir. Sürreeldir. İrrasyoneldir. Mantık dışıdır.

Peki savaşın acısını en çok çocuklar, kadınlar yaşıyor, masum insanlar yaşıyor. Nasıl koruyacağız onları bu savaştan? Biz çocuk öldürmeyeceğiz. Böyle koruyacağız. Düşman tüm çocuklarımızı öldürse bile öldürmeyeceğiz. Düşman tüm kadınlarımıza tecavüz etse de tecavüz etmeyeceğiz, düşman tüm esirlerimize insanlık dışı davransa da biz esirlere iyi davranacağız. Çünkü biz “kazanmak” için savaşmayız. Biz mükafatımızı bu dünyada almayı hedeflemeyiz. Çünkü biz “Hasbünallah” deriz. Haysiyetimiz ve izzetimiz yerde sürünmesin diye savaşırız. Savaşı kazansak da kazanırız, kaybetsek de kazanırız. Biz sonuçları Allah’ın tayin ettiğini biliriz.

“Ne oldu ya hu? Savaş mı var ortalıkta, Türkiye savaşa mı girdi?” diyorsanız haklısınız. Savaşa girmedik henüz. Ama asıl savaşı, korkaklıkla çevrelenmiş zihinlerimizde yaşıyoruz. Zihnimiz savaşı kaybederse, düşmanın yeni bir cephe açmasına gerek yok. Dünyanın şu an oturduğunuz koltuktan ibaret olmadığını anlamanız gerekiyor. Silah diye bir şey var, mermi diye bir şey var, bomba diye bir şey var. Bunlar var. Korkaklıkla analiz kasarak, barış barış barış diye diye ortadan kaldıramayız tüm bunları. Üstelik “Türkiye savaşa mı girdi” de ne kadar ilkel bir soru. Konya ile Halep’in ne farkı var? Kayseri ile İdlip’in ne farkı var? Bal gibi savaştayız.