Adana’da evimizin dört bir tarafı kilometrelerce portakal ağaçları ile çevriliydi… Bahar gelince bembeyaz portakal çiçekleri açardı. Her tarafa misk gibi kokular yayılırdı… Yıllar sonra bir tane ağacın kalmadığını, hepsinin yerine beton binalar dikildiğini gözlerimle görmesem inanmazdım.

Aman Allah’ım! Bu gidiş nereye? Şehirler ruhunu yitiriyor. Çarpık/Plansız kentleşme sürecinde (bunun sosyolojik gerekçesi ne olursa olsun) tüm dünya mekanik beton mezarlığına dönüşüyor. Bu değişim doğaya rağmen gerçekleştirilmektedir. İnsanlık, hoyrat bir vurdumduymazlıkla kendi kıyametini hazırlıyor.

Yaşamın her alanında doğasından kopan insan huzursuzluğa, bunalıma/ kaosa sürüklenmektedir. Fazla değil, geçtiğimiz yüzyılın başlarında güller, laleler, sümbüller, nergisler, karanfiller açarmış, çiçek şenlikleri düzenlenir, büyük bahçe, mesire alanlarında ve dere boylarında çiçek ve bahar bayram gibi kutlanırmış. Her evde, her konakta rengârenk çiçekler yetiştirilir, bin bir çeşit kokular sararmış her yeri… Ev ahalisinin evlerinde, iç avludaki bahçelerinde çiçek yetiştirmeleri günlük uğraşlarındanmış.

Doğanın güzelliklerini görüp de, o güzellikleri yaşamının ayrılmaz bir parçası haline getirip yaşam ile doğa arasında ayrılmaz bir bağ kurma Anadolu insanının ince zevk ve sanat ruhunun bir eseridir.

Çiçek, Tarih boyunca sanatın her alanında kullanılmıştır. Günlük yaşamın içerisinde kullandıkları eşyaları bile en güzel şekilde süslemeyi gelenek haline getiren Anadolu toplumunun giyim-kuşamında, kılıcında, kalkanında, topunda, tüfeğinde, hamamtasında, çeşmesinde, çinisinde, mezar taşında, camisinde, kervansarayında, medresesinde…

Çiçeklerden aldıkları ilhamla rengârenk el işlemeleri yaparlarmış. Özellikle ev tekstilinin birçok çeşidinde; yatağında, yastığında, perdesinde, elişlerinde, dantelinde, nakşında, havlusunda, çarşafında, kiliminde, halısında, ciciminde, zilisin de, tepsisinde, kitap süslemesi, rahlesi… Hep doğa, çiçek olduğu gibi, sözünde, sazında, şiirinde, dilinde, deyişlerinde de hep bahar, doğa ve çiçek vardır.

Erenler, halk ozanları, şairler, âşıklar hep çiçeklerin dilini kullanmışlardır.

 “Karaca oğlan eydür, başların tacı,

Ayrılık şerbeti zehirden acı,

Kıvrım Kıvrım olmuş zülfünün ucu,

Mor menevşe boynun eğdiği gibi.

 

Kadir Mevla’m seni öğmüş yaratmış,

Çiçeklerin içinde birdir menevşe,

Bitersin güllerin harı içinde,

Korkarım yüzüne batar menevşe.”

 

Ünlü âşıklarımızdan Veysel nede güzel ifade etmiş;

“Çiğdem der ki ben âlâyım,

Yiğit başına belâyım,

Hepsinden ben âlâyım,

Benden âlâ çiçek var mı?

 

Al baharlı mavi dağlar,

Yârim gurbet ilde ağlar.

 

Nergis derki ben nazlıyım,

Sarp kayalarda gizliyim,

Mavi donlu, gök gözlüyüm,

Benden âlâ çiçek var mı?

 

Al baharlı mavi dağlar,

Yârim gurbet ilde ağlar.”