Ekonomilerin kalkınma düzeyleri ölçülürken kullanılan büyüklükler farklılık arz eder.

Kalkınma dendiğinde ifade edilen büyüklüğün yalnızca ekonomik büyüklükten ibaret olmadığı bilinmelidir.

Ekonomik büyüklüğün yanında çevrenin, insan yaşamının, doğal yaşamın, toplumun ve insanın üzerinde ki kalkınmanın etkisini bir kenara bırakmamak gerekir.

Ekonomik anlamda kalkınmış ülkeler ile kalkınmamış ülkelerin bu konulara bakış açıları ve bu konulara ayırdıkları bütçeler birbirinden oldukça farklı düzeylerdedir.

Ülkemizin de ekonomik kalkınmayı hızla yakalayabilmesi için tüm bu alanlarda gelişmeyi tam anlamıyla idrak etmesi ve yatırımların bu yönde yapılmasını yönlendirmesi hayati bir zorunluluktur.

Bu anlamda uygulanacak ekonomi politikalarının piyasa gerçekleriyle örtüşmesi gerekmektedir.

Şayet piyasa gerçeklerinden farklı bir ekonomi politikası izlenirse Merkez Bankası’nın rezervlerinin daha da eridiği gerçeğiyle karşı karşıya kalmak durumunda olabiliriz.

Rezervlerin erimesi sonucunda da bütçe açığı daha da artarak büyümeye devam edecektir.

Bütçe açığıyla birlikte ithalata dayalı bir ekonomik yapımız olması dolayısıyla cari açıkta da ciddi bir artış ortaya çıkacaktır.

Cari açıktaki artış ise bundan sonraki zaman diliminde döviz kuru ile faizin artmasına sebep olacaktır.

Dolayısıyla da bu durumdan da yatırımlar olumsuz yönde etkilenecek ve dolara olan hücum daha da yukarılara çıkacaktır.

Piyasalarda dolara olan yönelimin artmasına biz dolarizasyon diyoruz ve son dönemde dolarizasyon oranı her geçen gün artmaktadır.

Bir ülkede ülkenin kendi para birimi yerine yabancı para birimlerine yönelimin artması hoş bir durum değildir.

Öyle ki son verilere göre Türkiye’deki döviz mevduatlarının payı toplam mevduatlar içerisinde %57 seviyelerindedir.

Yani döviz mevduatları Türk Lirası mevduatlarını geçmiştir. Bunun yanında Merkez Bankası’nın döviz rezervleri eksi 42 milyar dolar seviyelerindedir.

Tüm bunlara ek olarak bütçe açığı ile cari açığın oranları milli gelirin %5 seviyelerine kadar yükselmiştir.

Ortaya çıkan verilerin düzeltilmesi zor değildir. Bunun için öncelikle Türk Lirası’nı güçlendirici çalışmalara hemen başlanılmalı ve ihracata yönelik katma değeri yüksek ürünlerin üretimini yapan şirketlerin devlet tarafından hızla desteklenerek ihracatı en üst noktalara taşımamız gereklidir.

İhracatın yükselmesiyle cari açık azalacak bu durumda bütçe açığının azalmasına vesile olacaktır.

Ayrıca bütçe açığını azaltmak için yapılması gereken bir diğer çalışmada devlet harcamalarında israfın önünün hızla kesilmesi olmalıdır. Bu bağlamda harcama kalemleri teker teker gözden geçirilmeli ve gereksiz olanlara son verilmelidir.

Merkez Bankası’nın 2019 Aralık’taki toplam rezervi 106 milyar dolar ve döviz rezervi 81.2 milyar dolar seviyesinde iken 2020 Kasım da toplam rezerv 85 milyar dolara döviz rezervi ise 43.7 milyar dolara gerilemiştir.

Yani bir yılda toplam rezerv 21 milyar dolar ve döviz rezervi ise 37.5 milyar dolar düşmüştür.

Bu yüzden döviz kurunu belirli noktalarda tutmak için Merkez Bankası’nın döviz rezervi kullanılmamalıdır.

Diğer taraftan faiz artırımları yerinde ve zamanında yapılmalı bu anlamda dünya da ki ekonomik konjonktür yakından takip edilmelidir.

Enflasyon görünümü de çok iyi olmamakla birlikte enflasyonun düşürülmesi noktasında hızla çalışılmalıdır.

Bunun için ise yaşanılan ekonomik sorunlara yapıcı bir politik yaklaşımla şeffaflığın ön planda tutulduğu aynı zamanda da ekonominin içerisinde bulunan tüm tarafların gerçek fikirlerinden faydalanılarak oluşturulacak bir düşünce birlikteliğiyle gitmenin çok ama çok faydalı olacağını şimdiden söylemek yerinde mümkündür.