İnsan en başta evlatları için yaşar. Ailenin kutsiyeti evlatlarını topluma kazandırdığı içindir. Bireyin ve ailenin bu amacına uygun olarak toplumun ve toplumun en üst organizasyonu olan devletin de aynı amacı taşıması zorunludur. İlkinin olduğu yerde ikincisi eksik kalıyorsa elbette ki yozlaşma kaçınılmaz olacaktır. ABD’nin kurucu babalarından John Adams(1735-1826) şöyle diyor: “Çocuklarımızın ve torunlarımızın sanatla, edebiyatla, bilimle özgürce iştigal edebilmeleri için bugün biz siyasetle ve savaşla sorumluyuz”. Akif’in “Bir hilal uğruna Ya Rab ne güneşler batıyor” sayhası da buna işaret eder. Dolayısıyla bir devlet,  toplumun bugününden çok yarınını düşünmek ve buna göre adımlarını atmakla mükelleftir.

Toplumu içeriden inşa eden asıl unsur ise ideallerdir. Bu idealleri yoğuran münevverleri olmadan o toplum yolunu bulamaz. Üzülerek görüyoruz ki son iki asırdır bu milletin içinden çıkan münevverlerin sesi bilinçli olarak bastırılmış dışarıdan gelen ve “aydın” denilen tiplerin ithal fikirleri empoze edilerek topluma yön verilmeye çalışılmıştır. Zorlama aşının tutmayacağı gibi ithal fikirler de toplumun bünyesine ters düştüğü için yeni nesillerin prematüre doğmasına sebep olmuştur. Ne batılı, ne doğulu olabilen arasatta kalmış nesiller… Bağlarından koparılmış, inançlarından uzaklaştırılmış, tarihine yabancılaştırılmış ve adeta “mankurt” haline getirilmiş bu nesiller ülkemizin ve milletimizin zayıf düşmesinin en büyük sebebidir. Bir çocuk önce kendisini ve varlık sebebini sorgular. Nereden geldiğini nereye gittiğini araştırır. Anne ve babasına, okuldaki hocalarına bakar, onları taklit eder. Milletinin serencamını bilmek ve onların amacına ortak olmak ister. Baktığı yerde bunları bulamazsa kendisini anlamlandıramaz ve yolunu şaşırır. İşte iki asırdır bu toplum, kendi öz çocuklarına yalanlar söyleyerek, ruhsuz eğitim tezgâhından geçirerek, geçmişinden uzaklaştırarak, ona sahte idealler aşılayarak, inançlarından nefret ettirerek yönünü tayine çalıştı. Ortaya çıkan tablo ise Tevfik Fikret’in idealleştirerek “ülkeyi kurtaracak neslin örneği” dediği oğlu Haluk’un Amerika’ya gidip papaz olmasına benzedi.

Yüreğine şuur, ideal aşılanmayan nesiller şeytanın oyuncağı olmaya mahkûmdur. İdrakin ve şuurun olmadığı yerde akıl, kurumuş yapraklar gibi rüzgârın önünde savrulacaktır. İşte bu sebeple toplumun da devletin de tüm önceliği çocuklarını sağlıklı bir bünye, sağlam irade ve ortak idealler çerçevesinde yetiştirmektir. Necip Fazıl Üstadımızın dediği gibi “zaman bendedir ve mekân bana emanettir!” şuurunda bir gençlik… Gençlerimize tutunacakları bir dal göstermek durumundayız. Bizim boş bıraktığımız her noktada aylaklık, kötü alışkanlıklar, kötü ahlak, inançsızlık ve dahası bu milletin düşmanı olan “izm”ler başkaları tarafından tutunacak dal olarak çocuklarımızın önüne konulacaktır. İşte son iki asırdır çektiğimiz sıkıntıların kaynağı budur. Ailesine, mahallesine, içinde yaşadığı topluma yabancılaştırılmış ve hatta düşman edilmiş nesiller. Bunu görmek ve anlamak için kâhin olmaya da gerek yok. Yakın tarih gözümüzün önünde olanca berraklığıyla duruyor.

Her nesil ailesinin, üstadının, mürşidinin ahlakını alır. Tebliğ ile değil telkin ile açacağımız yollar yeni nesillerimizin idrakini ve şuurunu ilmek ilmek örecektir. Yeter ki onlara tutunacak bir dal verelim. Her genç için tutunacak dal farklı olabilir, hiç önemli değil. Tarihimiz ve medeniyetimiz o kadar zengindir ki her gencin meşrebine uygun sağlam bir dal elbet bulunacaktır. Tüm kapıları açan maymuncuk gibi gençlerimizin gönlüne temel hakikatleri aşılamak durumundayız. İmanın altı esası işte bu anahtarın ta kendisidir. Kemiyeti değil keyfiyeti dikkate alarak gençlerimizin yeteneklerini keşfetmeli, onları irfanla, hikmetle, şiirle, tarihle buluşturmalıyız. İdrakine vardıktan sonra o gencin yolunu kaybetmesi olası değildir. Ruhun insicamı yakalandığında nesillerimiz sadece toplumumuzu değil tüm dünyayı mayalayacaktır. Bunun için de fert fert şuurun sırrına eren gençlerin kol kola girerek teşkilatlanmaları sürecin son aşamasıdır. Teşkilatlanmayan hiçbir toplum amacına salimen varamaz. Ortak ideallerin madde boyutundan mana sırrına erdiği yapının adı teşkilattır. Kemiyetin değil keyfiyetin önemli olduğunu en çok da bu sırda temaşa ederiz. Nitekim Kuran’ı Kerimde “Nice az topluluklar, Allah’ın izni ile nice çok topluluklara galip gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir.” buyrularak şuurlu nesillerin birlik olması halinde yollarının açılacağı müjdelenmiştir. Bu sebepledir ki hiçbir gencimizi bir başına bırakamayız. Aksi halde gelecek nesillerin uçuruma sürüklendiklerinde tutunacak dalları kalmayacaktır. Gençlerimizin sadrına İslam’ı, ihsanı, ihlâsı ve medeniyet şuurunu ekmeliyiz. Nitekim İsmet Özel’in de dediği gibi: “Neyi bastırdıysan göğsüne, göğsünü soludukça büyüyen odur.”

Sezai Karakoç beklenen nesli şöyle dile getiriyor: “O çocuğu bekliyoruz!.. Bu çocuk elbet gelecek! İnsanlık beklenmedik her vakitte olduğu gibi yeni bir atılım yapacaktır. Bu atılımın temel taşı olacak olan yeni insan zuhur edecek, diriliş gerçekleşecektir. Göze görünmez evrensel tabut parçalanacaktır kuşkusuz. Azgın bir kışı yaşıyoruz. Bunu aşarsak, sabır ve dayanıklılık gösterirsek, bahar ve arkasından yaz gözükecektir. Bir temel yükseltiyoruz. Geleceğin erleri onun üzerine diriliş kemerlerini ve kubbelerini oturtacaktır. Ruhun Ayasofyaları, Süleymaniyeleri yükselecektir yeniden. Diriliş mehteri dünyanın ufkunu metafiziğin marşıyla çınlatacaktır…” Şükürler olsun bu işin çilesini çeken Mehmed Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, İsmet Özel ve nice münevverimizin attığı tohumlar filizleniyor. Ayasofya’nın tekrar açılması bunun nişanelerindendir. Fakat bu yeterli değildir. Üstadlarımız bugünü planlayarak o dönemde çile çektiyse bizim de yarını düşünerek bugün çalışmamız gerekiyor. Özellikle de devletimizin zaman kaybetmeksizin yerli ve milli münevverlerin sesine ses olması, ortak şuur ve idealleri yaşatması filizlenen fidanların büyümesine, boy vermesine imkân sağlayacaktır. Aksi halde zalim ayaklar tarafından ilk fırsatta ezilmeleri işten bile değildir.