İster felsefi, ister kültürel temelli olsun insanın kendisini keşfedip tanımlaması en büyük meselelerin başında gelmektedir. Ben kimim? Ve neyim? Sorusu kadim zamanlardan beri gelen kimlik arayışının merkezini oluşturur. “Ben” ve “ötekinin” algılanması kimliği bir “aidiyet” sorunu olarak ortaya çıkarır. Kültürel kimlik var olmadan hiçbir kişi var olamaz.

Küresel sömürünün küreselleşme ideali içerisinde kültürel unsurlar bir yok edilmesi gereken bir sorun olarak algılanmaktadır. Küreselleşmenin öncüsü olan toplumlar küresel kültüre kendilerinin kabul göreceği bir ortamı hazırladığı için olumlu yaklaşırlar. Asıl sorun bunların dışında kalan toplumların kendini kabul ettirmek gayesiyle yeniden kimlik arayışı içerisine girmeleriyle ortaya çıkar. Küreselleşme aslında kültürel temelde hem bir benimsemeyi, hem de bir reddetmeyi içermelidir. Küresel oyunun tuzağına düşerek kendini beğendirme ve beğendirmeye çalıştığını kutsama kimliksizliği özgürlüğünü kaybetmenin ilk adımıdır.

Küreselleşme olgusu varlığını siyasal, ekonomik ve kültürel alanda hissettiriyor gibi görünse de millî kültürler üzerindeki etkisi siyasi ve ekonomik boyutundan çok daha şümullü ve tehlikelidir. Bir anlamda ekonomik boyut ile kültürel boyut aslında birbiri içine girmiş bulunmaktadır. Küresel sömürü sömürmek için var olan bütün değerleri ve kutsalları yok etmek mecburiyetindedir.

Kültür diyorsak esas belirleyici olan  “kimlik” sahibi olmaktır.

Millî kültürü, dayatmalarla küresel sömürü düzeninin planı doğrultusunda yok etme faaliyetleri küreselleşme olarak ortaya konulmaktadır. Büyük aldatmacada budur. Küreselleşme hedef seçilen toplumun örfünü, âdetini, geleneklerini ve göreneklerini planlı olarak yok edip savunmasızca küresel sömürünün değerlerini kutsamaya dönüşüyorsa ki yapılmak istenen budur o zaman sur üflenmeye başlamıştır o toplum için.

Kendi kimliğini ve kişiliğini oluşturan millî kültürüyle bağları kopan bir toplumun, hem başka kültür ve medeniyetlerle yaratıcı ilişkiler kurabilmesi, hem de özgüvenini koruyabilmesi imkânsızdır. Böylelikle hedef toplum çok daha kolay denetlenebilir ve yönetilebilir olacaktır. Küreselleşme oltası psikolojiktir. Son derece masum sunulur, bunu reddetmenin imkânsız olduğu düşüncesi aşılanır, bunu reddeden toplumların çağ dışı kalacağı fikri pompalanır.

Tek tipleşme olgusu, milli kültürlerin zayıflaması üzerine kuruludur. Küçülen dünyada toplumların birbirlerini anlamaları ve uyum sağlamaları görüntüsü altında, küresel sömürü kurucuları tek merkezden dünyayı idare etmeyi ve sömürmeyi, bunun içinde itaati var etmeyi bu itaati var etmek içinde toplumları kendi kültürlerinden soyundurup kimliksizleştirmeyi amaç edinmek mecburiyetindedirler. Bunun en büyük ayağı hedef kitledeki fertlerin maddi manevi her şeyi sürekli tüketen bir anlayışa sahip olmalarını var etmekten geçmektedir.

Medeniyetimizin mirasına sahip çıkarak kendi kültürel değerlerimizi muhafaza etmenin gayreti içerisinde olunmanın her zamankinden daha önem arz ettiği zamanlardayız.

Küreselleşmenin kültürel erozyonuyla savaşmak ancak merhamet, muhabbet, şefkat, bilgi, rekabet, verimlilik, toplam kalite, girişimcilik, küresel düşüne bilme, pür bir yaşam oluşturma gibi değerlerin ışığında insanın merkeze alındığı, milli eğitim yapılanmasıyla mümkün olabilir.

Kültürümüzün ekseninin, tarihsel ve kültürel havzalarımızın ihya edilmesi görsel sanatlar ve edebiyat ile desteklenerek mümkündür.

Kültür politikalarında devletin rolü teşvik edici olmalıdır. Devlet bu noktada baskılayan, iğdiş eden, hayal gücünü ve metaforları söndüren değil, açan, yön veren ve destekleyen olmalıdır.

Kültür ve sanat aktörlerinin işbirliğine önem verilmesi ve desteklenmesi küresel sömürünün panzehri niteliğindedir. Kendi kadim değerlerine saygılı, varlığını borçlu olduğu coğrafyanın tüm renklerini yara saran bir zihniyet ve evrensel bir okuma ameliyesinden geçirmiş sanatçıların, edebiyatçıların desteklenmesi ve önünün açılması küresel sömürüden kurtulmanın en önemli savunma aracıdır.

Üniversitelerde sanat ve kültür yönetimi ile kültür politikası bölümlerinin açılmasını sağlamak için YÖK ve ilgili kurumlar nezdinde girişimlerde bulunulmalı açılmış olanlar derhal faal hale geçirilmelidir.

Dilimizi ve kültürümüzü yeniden üretecek eleştirel bakış açılarını asla gözden kaçırmadan ihya faaliyetleri asla göz ardı edilmemelidir.

Türkçe dersinin, ilk ve orta öğretimde edebiyatımızın seçkin metinleriyle işlenmesi, öğrencilerin dört temel dil becerisinin geliştirilmesi ve şiirin ve romancılığın bağımsız bir ders olarak eğitim ve öğretim programlarına alınması son derece isabetli olacaktır.

Neslimizin erken yaşlarda kitap ve kütüphaneyle tanıştırılmasında belediyelere çok büyük görev düşmektedir.  Popüler kültürün manasız, içeriksiz sözde sanatçılarına ciddi paralar ödenerek anlık zevkler tatmin edilirken kadim değerlerin temsilcisi yazar ve sanatçılara aynı değerin verilmemesi hala aşağılık duygusundan kurtulunamadığının göstergesidir.

Kültürümüze katkılar sunan edebiyat eserlerinin yabancı dillerde yayınlanması için bakanlıkların destek sunması ve bürokratik engellerin kaldırılması çok önemlidir. İnternette Türk edebiyatı sitelerinin kurulması var olanlarının desteklenmesi kültür hayatımıza büyük katkılar sunacaktır.

Edebiyat dergileri daha güçlü bir şekilde desteklenmelidir.

Neslimizin mutlu bir dünyada yaşamasını istiyorsak, ortak aklı, sağduyu, vicdanı ve ihtiva ettikleri manaları tekrar hayatımıza sokmalıyız.

Adaletli olmanın, ahlaki davranmanın hak ve adalet kavramlarından uzaklaşmamak olduğunu ve bunların ne anlam ihtiva ettiğini kendi toplumumuzdan başlayarak bütün dünyaya yaymak mecburiyetindeyiz.

Küresel sömürü aktörlerinin hedef aldıkları toplumlardaki arzu ettikleri yok edici küresel felaketlere dönüştürme arzularının yok edilmesi için var gücümüzle gayret etmeliyiz. Buna kendi neslimiz ve bütün dünya için borçluyuz.

Hedefimiz ve ülkümüz sadece kendi neslimiz için değil bütün bir insanlık için olmalıdır.