Uludağ’ın eteklerine yaslanmış ecdat yadigârı şehrimiz Bursa’dayım. Hava oldukça kapalı ve soğuk. İçimden dışarı çıkmak bile gelmiyor. Rabbim, başta askerlerimiz ve polislerimiz olmak üzere ekmeğini dışarıda çalışarak kazanan tüm vatandaşlarımıza yardım etsin. Yakacağı olmayan fakir-fukaranın, garip- gurebanın da yardımcısı olsun inşallah. Bursa’ya gidenler bilir, bu güzel şehrimizin dik yokuşları oldukça meşhurdur. Öyle her benim diyen babayiğit bu dik yokuşları bir çırpıda çıkamaz. İşte böyle bir yokuşta gerçekleşen bir anımı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Girizgâhta belirttiğim gibi hava çok soğuk ve ben evden dışarıyı seyrediyorum. Karşı sokaktan aheste aheste kasası telis torbalardan yapılmış, iki tekerlekli kirli bir yük arabası yaklaşıyor. Arabanın kaptanı soğuktan elleri ve yüzü morarmış 13-14 yaşlarında zayıf çelimsiz bir delikanlı. Olanca soğuğa rağmen sokaktaki çöp konteyner’larının hepsini tek tek yoklayarak bulunduğum binanın önüne doğru geliyor. Geri dönüşüm için çöpte geçer akçe artık ne buluyorsa; kâğıt, metal, pet şişe ve meşrubat kutuları vs. torbasına dolduruyor. Üzerinde kışa hiç uygun olmayan ince eski ve kirli bir libası var. Burnu ve kulakları soğuktan kıpkırmızı olmuş. Üşüdüğü her halinden belli. Hüzünle olan bitene bakar iken karşı binadan altmışlı yaşlarda iyi ve temiz giyimli, hafif sakallı, elinde bastonu andıran şemsiyesi ile bir amca sokağa çıkıverdi. Göz ucu ile genç delikanlıyı süzdükten sonra ağır adımlarla dik yokuştan yukarı doğru yürümeye devam etti. Tam bu sırada çocukta çöp konteyner’ın da işini bitirmiş olacak ki, eş zamanlı olarak o da dik yokuşa doğru arabasını çekmeye başladı. Delikanlının kendi kilosunun nerdeyse 3-5 katı fazla yüklü arabayı, yokuşa doğru çekmekte zorlandığını gören amcamız çıktığı yokuştan birden dönerek çocuğun yüküne omuz vermeye başladı. Gördüklerime inanamamıştım! O iyi giyimli amcamız, yaşına başına bakmadan, elâlem konu-komşu ne der demeden, yokuşun sonuna kadar o salkım saçak, leş gibi kokan arabayı itekledi. Sonrada yoluna kaldığı yerden hiçbir şey olmamış gibi devam edip gitti. Oysa kahir ekseriyetimiz sokaklarda onları görünce genellikle yanlarından hızla uzaklaşıyoruz değil mi? Nefret edenimiz de var, saygı duyanımız da.  Lakin amcamızın merhameti, mütevazılığı ve yardımseverliği o an inanın beni çok etkilemişti. Dedim ki kendi kendime; ne varsa yine eskilerde varmış, insanlık henüz daha ölmemiş…

Birkaç hafta sonra aynı delikanlıyı bizim binanın önünden geçerken gördüm. Bu sefer sıra bende idi! Hemen yeni demlediğim çaydan bir kupaya koyup hızla yanına indim. Kısa bir selamlaşmadan sonra ‘içini ısıtması için kendisine çay getirdiğimi’ söyledim. Çekingen bir vaziyette, utanıp sıkılarak kirli ve mor elleri ile kupayı elimden aldı. Belli ki ‘kendisini adam yerine koyup onunla konuştuğum için gözleri parlıyordu.’ Ayaküstü biraz sohbet ettik. Usulünce neden bu işi yaptığını sordum. Doğu şivesi ile “Ekmek parası ağabeyim, iş yok ne yapalım?.. Biz sekiz kardeşiz, annem babamla on kişiyiz. Babam kardeşlerim hepimiz bu işte çalışıyoruz. Çok şükür kimseye muhtaç değiliz. Zordur bizim işimiz, ama kazancımız helaldir.” dedi. Genç delikanlıya olan saygım ve sevgim bu cevaptan sonra katmerlenerek iyice artmıştı. Usulca sokulup cebine bir miktar para sokmak istedimse de başarılı olamadım. Nefis terbiyesi almış civanmert çocuk “Olmaz ağabey almam ben o parayı! Çok şükür bak elimiz ayağımız tutuyor, çalışıyor evimize ekmek götürüyoruz. Sen onu ihtiyacı olanlara ver’’ dedi.

Bir kez daha anladım ki; Hayata erken atılanlar, erken olgunlaşıyormuş. Her lokmasında mücadele olan ekmek, kıymetli ve kutsalmış.Öldürmeyen acı ise insanı güçlendiriyormuş…

Selametle…