“Aydın olmak için, önce insan olmak lazım. İnsan mukaddesi olandır. İnsan hırlaşmaz, konuşur, maruz kalmaz, seçer.” diyor ömrüne kitaplar sığdıran, kayıp gözlerine rağmen yazma saadetinden mahrum kalmayan Cemil Meriç.

Ne ilginç ki en çok ahlaktan dem vuranlar, konuşamıyor hatta birbirlerine hakaret ediyor. Edebi savunanların, kimisinin hal kimisinin de dili ile kirli bir üslup kullanması doğru kavramını sorgulatıyor. Aslında hakikate tutunamayanların manzarasıdır bu. Boşluk adlı canavarla baş edemeyenler, doğru taklidi yapmak zorunda kalıyor. Bu felaketi önlemek gerek!

“Rabelais’ye göre, vicdana dayanmayan ilim, ruhun iflasından başka nedir ki” diye devam ediyor Cemil Meriç.

Esaslı bir vicdan mı düşünüyorsunuz o halde edep duygusunun içini doldurun. En küçük taviz, ahlak cinayetini başlatır. Kendini, sevgiyi, yaşamı cehenneme göndermeye meraklı değilseniz, göğsünüzdeki edebe sıkı sıkı tutunun…

İsmet Özel’in, “Yaşamaktan bir güneşle kaplanıyor onun kalbi.” dizesine bir pencere açıp, nefes alalım; bileğimizde de ‘edep olsun’

Mehmet Akif Ersoy’un şu mısralarını omuzlayalım: Hayâ sıyrılmış inmiş/ öyle yüzsüzlük ki, her yerde / Ne çirkin yüzler örtermiş /Meğer incecik bir perde…

Aşkın edebini de Sezai Karakoç fısıldıyor: “Açma pencereleri perdeleri çek / Mona Rosa seni görmemeliyim.”

Şairlerin inceliği ile dokunamıyorsam bu yüreği, oradaki acıyla nasıl konuşabilirim ki! Edep duyguların en naif tonudur. Biraz mavi biraz da yeşildir. Yani ölüm ve doğumun hatırlatıcısı gibidir. İnsanı kendinde kalmaya davet eden edep yolunu, nefsin taşlarından temizlemek gerek.

Bugünün teknoloji sayesinde, bilgiye anında ulaşan ve yazma sahası olarak sosyal medyayı seçen birçok kişi; fikir sahibi olamayacak kadar umursamaz, yanlışları kuyumcu titizliğiyle işleyecek kadar cesur. Hulasa iç terbiye dediğimiz ahlak yasası dejenere olmaya başlayınca; iletişim kanallarımız şekilsiz emojilerle fukaralaşıyor, daralıyor. Büyüklere saygıyı, çocuk büyürken kaybediyor. Anneler-babalar eğitim çağındaki çocukları, cep telefonuna teslim edince, bir zaman sonra gençlerin ahlak pusulası da internet oluyor…

Bohem hayatı tercih eden, özgürlükleri için, yalnızlığı bir imdat çağrısı gibi gören gençlerimizin temelinde, maalesef edep ışığı yok. İzledikleri her filmle biraz daha karanlığa saplanan, okudukları kitapla adeta bataklıkta boğuşan genç kuşak, sancılı! Çünkü doğrunun atlası yok ellerinde, iyi ve kötüyü seçemiyorlar. Bilgisiyle övünen ve bizim de körlüğe mühürlediğimiz bir gençlik var karşımızda…

Yerli, yabancı ne kadar kitap varsa okuyan, filmler izleyen ve birkaç yabancı dille dünya beyinlerine açılan zümreye yaşadıkları yer, dar gelmeye başlayınca, doğal olarak saçmalıyorlar. Bilgiyi işleyemedikleri için, yönsüzlük başlıyor. Sınırsız bir ‘ego’nun içinde çırpınanlar, ne okuduklarını analiz edebilirler, ne de yaşamı gözlemleyebilirler. Dikkat daima eksiktir. Beyni otomatik kayda alıştırıp, tabiattan da uzaklaşanlardan özgün fikir beklemeyin, bulamazsınız. Medeniyet çağında sığ kaldıkça alkışlanmak, kölelik olsa gerek!

‘Ben’ dili, olgunlaştırmaz, köreltir. Kendi zekâsını, kendi yazdıklarının okuyuculuğunu yaparak takdir edenler, hızla çoğalmakta. Kültürün ilmeğini kaçıran, dengeyi kaybeder. İnsansızlaşma burada başlar işte…

Gönül koridorlarında, insanı insan yapan edep gezinmiyor artık. Tarifler çoğaldıkça, iyilik yalnızlaşıyor… Son asrın edebi, yanlışlarla yağmalanmış kalplerde yaşam mücadelesi vermekte… Huzursuzluğa gömülüşümüzü edebin yokluğuna bağlayabilir miyiz? Tam isabet! Edebin kaynağı, kanaati muhafaza etmektir…

Modern dünyanın rantçıları tarafından yönetilmeye izin verdiğimiz sürece, edepten hızla uzaklaşacağız. Tüketimin harlanması, rekabetin hızlanması için bu çağ, ahlaki değerleri çiğnemeyi dikte ediyor. Evine alacak ekmek parasını düşünen birçok kişi, cep telefonlarına ucuz tatil için ek kredi veriyoruz mesajına anında cevap veriyor. Böylelikle şuursuz tüketimin kapısı açılıyor. . Bankalara borçlanarak yaşamaya alışan insanlar için, yaşam aslında çıkmaz bir tüneldir. Edepten uzaklaşınca, var olanla yetinme de unutulur. Ve psikolojik sorunlarla baş etmeye çalışan toplumda düzen kalmaz. İntihar, cinayet, dolandırıcılık, uyuşturucu özetle sevgisizlik; dünyanın baş edemediği bir hastalıktır.

Bugünün penceresine Eylül romanını yazarı, Mehmet Rauf şöyle sesleniyor: “Ama nasıl yaşıyorlar Ya Rabbim. Sevmeden, sevilmeden nasıl yaşanıyor.”

Kalbinize emanetsiniz…