Yenilikçi insanların büyük çoğunluğu arkadaşlarının bir kısmını veya birçoğunu belirli zaman aralıklarında değiştirme eğilimindedir. Bunun nedeni insanın kat etmiş olduğu zihinsel gelişmedir. Bu gelişme sürecinde bazı arkadaşlarınız size ayak uyduramaz. Çünkü zihinleri hayatlarının belirli bir aşamasına takılıp kalmıştır. Bu yüzden size yük olmaya başlarlar. Dolayısıyla ya siz onları terk edersiniz ya da onlar sizi terk eder.  

Bireyler için geçerli olan bu durum devletler için de aynen geçerlidir. Kalkınmış ülkeleri yakalamaya çalışırlar ama bir türlü onlara yetişemezler. Bunun nedeni yeniden doğuşun ve kalkınmanın yasalarının çağdan çağa değişime uğramasıdır.[1] Artık bir sultanın emirleri sizi büyük devletler kategorisine yerleştirecek niteliksel bir sıçrama yapmanız için yeterli değildir.

Zamanımızdaki kalkınmanın yasaları tek bir temele dayanmaktadır, o da parlak akıllardan yararlanabilmektir. Bu nedenle Batı ülkeleri yasalarını yeniden oluştururken, insan aklına kapılarını açmış ve dünyanın dört bir yanından gelerek ülkelerine girebilmelerini sağlamışlardır. Böylece Batı ülkeleri kısa bir sürede en etkili akılların toplandığı bir merkeze dönüşmüştür. Onlara din, ırk ve kavmî mensubiyetlerini de asla sormamışlardır.  

Mesela Faruk al-Baz, Apollon seyahatinde görev almış ve ayın ilk coğrafi haritalarını çizmiştir. Oysa Mısır’dayken Nasır döneminde tenha bir yere profesör olarak atanmıştı. Çünkü o dönemde Mısır, millî mit aşamasını yaşıyordu. Devrim ve Batı’ya karşı zafer kazanma söylemi başta olmak üzere zorbaların diğer yalanları revaçtaydı.

Önceki dönemlerde ülkeler hammaddeler, pazarlar ve su yollarını kontrol etmek için yarışıyorlardı. Bugün ise ülkeler yenilikçi fikirler üreten parlak akılları kendilerine çekebilmek için yarışıyorlar. Çünkü kâinattaki denklemleri onlar değiştirebilmektedir. Gelişme ve ilerleme alanında artık Amerikan veya Alman modelinin bir ehemmiyeti kalmamıştır.

Günümüzde gelişme ve ilerleme bütünüyle insani bir kimliğe bürünmüştür. Mesela iPhone’nun mucidi Steve Jobs Suriye kökenli olduğu halde biz onda kültürümüzden bazı kusurları dışında bir şey göremiyoruz. Batı yıllar önce ilerlemiş ve bizi geride bırakmıştır. Zira ilerlemesinde kavmiyet unsuruna fazlaca yer vermemiştir. Zira medeniyet artık belirli bir halkın değil tüm insanlığın ortak aklının bir mahsulü olarak üretilebilir.

Tek uluslu ülkelerde de bir kalkınma olabilir elbette, ancak bu kalkınma sınırlı kalacaktır. Zira ulus devletler güvenlik odaklı düşünür. Bütün dikkatini de iktidarı korumaya yoğunlaştırır. Bu yüzden özellikle askerî ürünlerde (Kuzey Kore gibi) ilerleme kaydedebilir. Ancak bunun ötesine geçemez. Çünkü güvenlik odaklı düşünmek kalkınma karşısında engel oluşturur. Zira devletin bütün kurumlarında, hatta medya, kültür ve sanat alanlarında bile askerî yaklaşımlar benimsenir. Polis devletinde her şeye güvenlik zaviyesinden bakılır. Sosyoloji bile bir insan bilimi olmaktan çıkar, iktidarın bakış açısını savunan bir ideolojiye dönüşür.

Doğu’da ilerleme ve kalkınma göreli ve sınırlı kalmak durumundadır. Çünkü araştırma merkezleri kalkınma perspektifinden yoksundur. Bunun sebebi de yenilikçilerin politikacılara ayarlı düşünmek zorunda bırakılmasıdır.

Batı ilerlemeye ve daha fazla parlak aklı bulup devşirmeye çalışırken Doğu bizim kazanmadığımız, öncekilerden kalmış zaferlerle sarhoş olmaya devam etmektedir! Oysa mazi bizim değildir, zira o zamanlar bizler yoktuk. Gelecek de bizim değildir, çünkü ona henüz ulaşmadık. Bizim sahip olduğumuz tek dönem ne yazık ki mevcut kötü durumumuzdur…

Çeviri: Fethi Güngör

[1] Kanaatimce yazar “yasa” yerine “yöntem” kavramını tercih etse daha isabetli olurdu. Zira yasalar değişmez ama yöntem ve teknikler zamana ve mekâna göre değişiklik gösterir. (Çeviren).