Kıbrıs’ın çevresinde devam eden doğalgaz krizine şimdiye kadar İngiltere neden güçlü bir şekilde müdahil olmadı? Hâlbuki İngiltere Kıbrıs’taki üç garantör devletten biridir. Aynı zamanda İngilizler’in adanın güneyinde iki toprak parçası da bulunuyor. İngiliz üsleri olarak bilinen ve adanın yaklaşık yüzde üçüne tekabül eden Limasol ve Larnaka’daki Ağrotur ve Dikelya üsleri, 1960 antlaşmalarına göre İngiltere’nin hükümranlık sınırları içerisinde yer alan topraklardır.

Kıbrıs’taki bu üslerin bugüne kadar terörle mücadele, istihbarat ve Ortadoğu’ya yönelik askeri operasyonlarda aktif bir şekilde kullanıldığı iyi biliniyor. İngiltere Hava Kuvvetleri’ne ait stratejik üslerin başında gelen Ağrotur’a, 2019 yılı içerisinde 121 adet F-35B tipi savaş uçağı konuşlandırmak için çalışmalar yürütülmesi, Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz ve Ortadoğu bölgesinde oynadığı askeri rolü gösteren önemli bir girişimdir. Ayrıca, ABD’nin Ağrotur askeri üssünü 2013-2017 tarihleri arasında gizli bir şekilde kullandığı, yaklaşık bir yıl önce uluslararası basına yansımıştı.

Askeri ve stratejik konuları bir kenara bırakıp, gelelim doğalgaz krizine. İngiltere’nin, bu krizin ana faktörü olan deniz yetki alanlarına ilişkin bir itirazı bulunuyor. Ancak bu itiraz, Brexit belirsizliği nedeniyle yüksek sesle dillendirilmiyor.  Başka bir ifadeyle, Rum tarafının denizaşırı İngiliz toprakları kategorisinde yer alan bu üslere herhangi bir sorun ya da zorluk çıkarmaması için doğalgaz krizinden ciddiyetle uzak duruluyor.

İngiltere’nin Avrupa ve Amerika İşlerinden sorumlu Bakanı Sir Alan Duncan’ın, 14 Mayıs 2019 tarihinde Avam Kamarası’nda yaptığı konuşma, İngiltere’nin soruna ilişkin yaklaşımını anlamak bakımından oldukça mühim ifadeler içeriyor. Duncan, konuşmasında Rumların Doğu Akdeniz’de hak iddia ettiği deniz yetki alanlarını, “egemenliği tartışmalı sahalar” şeklinde tanımlıyor ve İngiltere’nin egemenliği ihtilaflı olan bu sularda sondaj çalışmaları yapılmasına karşı olduğunu belirtiyor.

Bu yaklaşımının arkasında yatan neden ise İngiltere’nin adadaki üslerinin de karasuları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge (MEB) hakkına sahip olduğu iddiasıdır. İngiliz parlamentosunda yer alan resmi belgelerde, İngiltere’nin 1960 antlaşmalarına göre bu yönde bir hakkının bulunduğu ve bu hakkın gerek duyulması halinde, BM deniz hukuku sözleşmesi uyarınca kullanılabileceği söyleniyor.

Şayet İngiltere’nin iddiaları kabul görürse, bu durumda Rum tarafınca ilan edilen MEB sahasının 13 parselinden asgari 4’ü İngiltere’nin kıta sahanlığıyla çakışacaktır. Bu çakışmadan dolayı İngiliz yetkililer, “egemenliği tartışmalı deniz alanlarında” sondaj faaliyetlerinin yürütülmesini BM deniz hukuku sözleşmesine aykırı görmüşlerdir.

Bunun yanı sıra İngiltere’nin iddiaları dikkate alındığında, 1 parselin Türkiye’nin, 3 parselin de KKTC’nin kıta sahanlığı içerisinde yer aldığı anlaşılıyor. Bu iddialara göre, Türkiye, Güney Kıbrıs, Kuzey Kıbrıs ve İngiltere arasında deniz yetki alanları konusunda bir ihtilaf bulunuyor.

İngiltere merkezli yayın kuruluşları yayınladıkları haritalarda, Limasol ile Magosa arasında kalan deniz alanlarını ihtilaflı sahalar olarak belirtmesi bu iddialardan kaynaklanmaktadır. Uluslararası hukuka göre kendini haklı gören İngiltere, sadece Rumlar’ın değil tüm tarafların Ağrotur ve Dikelya üslerinin açıklarında yer alan deniz alanlarında doğalgaz arama faaliyetlerine karşı çıkmaktadır. O halde Brexit sonrasında İngiltere’nin tüm gücüyle Kıbrıs’taki egemenlik tartışmalarına girmesi muhtemeldir.