Kıymetli dostlar;

Efendimiz (sas) aranızda selamı yayın buyurmuştur. Öncelikle sizleri selamların en güzeli olan Allah’ın selamı ile selamlıyorum. Yüce Allah’ın rahmeti bereketi ve mağfireti üzerinize ve üzerimize olsun.

Ezan 18 yıl Türkçe okundu!

 

“Ruhumun senden ilahi şudur ancak emeli,

Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli,

Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli,

Ebedi Yurdumun üstünde benim inlemeli…” (Mehmet Akif Ersoy-İstiklal Marşı)

Bence 16 Haziran 1950 tarihi Türkiye Cumhuriyeti için zulmün ilelebet süremeyeceğini gösteren bir milattır.

Dünya’nın dört bir tarafında ortak bir dil ile Müslümanları huzura davet için okunan Ezan-ı Muhammedi ülkemizde bir dönem Türkçe okundu!

Ezan aslına uygun olmayan biçimde ilk defa 30 Ocak 1932 tarihinde Hafız Rıfat tarafından Fatih Camii’nde okundu. 3 Şubat 1932’de Kadir Gecesi’nde Ayasofya Camii’nde Kur’an-ı Kerim, kamet ve tekbirler Türkçe okundu. 4 Şubat 1933’te müftülüklere Ezan-ı Muhammediyi Türkçe okumalarını, buna uymayanların kesin ve şiddetli bir şekilde cezalandırılmalarını isteyen bir genelge gönderildi. İlerleyen günlerde ülkenin dört bir tarafında ezanı aslına uygun olarak okuyanlar şiddetli cezalara çarptırıldı. 1941 yılında çıkarılan 4055 sayılı kanunla TCK’nın 526. Maddesine bir fıkra eklenerek ezanı aslına uygun olarak okuyanlara 3 aya kadar hapisle 10 liradan 200 liraya kadar para cezası kesilmesi kanunlaştırıldı.

Yalnız ezanın tamamı Türkçeye çevrilirken bir kelime unutulmuş, çevrilmemişti!

Haydi kurtuluşa! Yani Hayyalel Felah! Kelimesi Arapça bırakılmıştı…

Neden acaba?..

Tek Parti döneminde yaşanan bunca eziyet 16 Haziran 1950 tarihinde Adnan Menderes liderliğinde Demokrat Parti tarafından ezanın tekrar aslına çevrilmesi ile son bulmuştu. Ancak 10 yıl sonra 1960 darbesinde askerlerin darbe için en önemli gerekçelerinden biri ezanın aslına çevrilmesi oldu… Adnan Menderes ezanla birlikte ülkenin değerlerine sahip çıkmanın bedelini idam edilerek ödedi…

Rahmet minnet ve dua ile…

Zulme karşı dik duruşun simgesi Muhammed Mursi

 

Bugün 17 Haziran Mısır’ın seçimle yönetime gelen ilk cumhurbaşkanı olan Muhammed Mursi’nin vefatının 1. sene-i devriyesi. İktidarı döneminde İslam Dünyasının tekrar ayağa kalkması adına Türkiye ile sıkı ilişkiler kurma çabasında olan Mursi, Amerika’nın demokrasi yardımı adı altında Ortadoğu’yu karıştırmak için ortaya attığı finansal destek programı ile beslenen bir grubun çıkardığı ayaklanma sonucunda yapılan darbe ile iktidardan indirildi ve geçtiğimiz yıl bugün şehit oldu. Daha doğru ifade ile şehit edildi. Rabbim şehadetini kabul etsin.

Dostlar, geçtiğimiz haftaki yazımda sizlerle Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesinin ardından tekrar cami olabilmesi için atılana adımların yanında caminin tarihi önemi üzerinde durmuştuk. Bu haftada sizlerle yine Ayasofya Camii’ni konuşmaya devam edeceğiz…

Sultanahmet müze mi olsun?

 

Osmanlı Tarihi boyunca fethedilen topraklarda en büyük kilise fethin sembolü olarak camiye çevrilirdi. Bu olay, artık o toprakların İslam ile şereflendiğinin ve bölgeye Müslümanların hâkim olduğunun en büyük simgesiydi.

Buna benzer örnekleri biz Avrupa’da da görmekteyiz. Mesela İspanya’daki Kurtuba Camii Şerifi; 785 yılında Endülüs Emevi Devleti kurucusu I. Abdurrahman tarafından Cordoba’da temelleri atılan cami İslam Dünyasının ilk ve en büyük camilerinden biri idi. Özellikle minber ve mihrabı ile görenleri kendine hayran bırakan cami İspanyolların bölgeyi işgalinin ardından ilk hedef oldu. İslam Devletlerinin fethettikleri bölgelerde uyguladıkları hoşgörü politikasına karşın İspanyollar camideki değerli eşyaları yağmaladıktan sonra şehirde büyük bir insan kıyımı gerçekleştirdi. 1236 yılında ise Kurtuba Camii bir katedrale çevrildi.

Bulgaristan’da Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ile Mimar Sinan’a yaptırılan Koca Mehmet Paşa Camii (Kara Cami)i de Kiliseye çevrilen camiler arasında. Sofya’nın Osmanlı egemenliğinden çıkmasının ardından Bulgarlar tarafından bir süre depo ve cephanelik olarak kullanılan cami 1903 yılında Kiliseye çevrildi ve Sveti Sedmochislnitsi Kilisesi ismini aldı.

Yine Yunanistan’da bulunan birçok Türk – İslam eseri hapishane, sinema salonu ve depo olarak kullanıldı. Bazı eserlerin üzerine yenileme bahanesi ile Roma – Bizans damgası vuruldu. Onlarca cami kapatıldı ya da kiliseye çevrildi.

Bunun gibi yüzlerce gerçek apaçık ortada iken bugün Ayasofya müze mi yoksa camii mi olsun tartışmaları yersiz ve gereksiz tartışmalardır. Fethin sembolü olan Ayasofya Camidir. Bakın cami olmalıdır demiyorum camidir diyorum. Bunun aksi Ayasofya için sadece esarettir. İsimlerinin önüne birçok unvan koyan koca koca tarihçilerin bu açık gerçeği gizlemek için 1453 de alınan kararı yok sayıp“1934 kararlarına itaat edelim.” demesi, lüzumsuz konuşmadan başka bir şey değildir. Bu ülkenin vekili olduğunu iddia eden kimselerin Gazi Meclisimizin çatısı altında bırakın Ayasofya Camii’ni açmayı Sultanahmet Cami de müzeye çevrilmeli söylemleri yıllardır süren eziklik psikolojisinin dışa vurumu değilse kendini bilmezlik ve cahilliktir.

Gerçi Ayasofya ile ilgili tartışmalara kısaca göz attığımızda da bu söylemler bize çok yabancı gelmiyor. Gazi Meclis çatısı altında Ayasofya meselesi defalarca gündeme gelmiş ve her gündeme geldiğinde çok değişik yorumlar yapılmıştır. Ancak ülkemizi bir zamanlar hangi düşünceye sahip insanların yönettiğini anlayabilmek için bu yorumlardan birini sizlerle paylaşmak istiyorum. 1947 yılında milletvekillerinden biri Ayasofya Cami müze olduktan sonra tekrar kiliseye çevrilmesi ve Balkan milletlerinin manevi merkezi olması konusunda bir konuşma gerçekleştirmiş. Bunun üzerine 1948 yılında Yunanistan’dan VasiliosPh. Karamnolis ülkemize bir mektup yazarak bu isteği gerçekleştirmek istediklerini dile getirmiştir.

İlginç değil mi?

Yakın tarihimizde bu konuşmaları yapanların önünde hakkı söyleyecek, bu yapılanlara engel olacak kimse olmadığından ya da olanların bir bir ortadan kaldırılmasından kaynaklı, ellerinden geleni arkalarına bırakmamışlar. Saz evi ve düğün salonu olarak kullanılan camiler mi ararsınız, kumarhane olarak kullanılan saraylar mı dersiniz, Sultanahmet Cami’ni asker alma dairesi olarak kullanılması mı dersiniz bu memleket her şeyi gördü!

Ayasofya’da ilk cuma

29 Mayıs 1453 de İstanbul’un Fethi’nin ardından 30 Mayıs Çarşamba günü Sultan Mehmet Han Hazretleri şehre girmiş Ayasofya’ya gelmiş Fetih Suresini okuyarak Ayasofya’ya yaklaşmış kapının önünde duasını ettikten sonra Ayasofya’nın tokmaklarını iki eli ile “Ya Fettah” diyerek itmiş ve kapıyı açmıştır. Ayasofya’ya sığınan insanları gördüğünde onlara kendi dillerinde Rumca olarak yaşantılarında, ibadetlerinde ve ticaretlerinde özgür olduklarını söylemiş ve ardından Ayasofya’nın cuma namazı için camiye çevrilmesi emrini vermiştir.

Ayasofya’da ilk cuma namazı ile ilgili çeşitli efsaneler vardır. Bu efsanelerden birinde şöyle anlatılıyor ilk Cuma:

Fatih Sultan Mehmet Han Hz.leri İstanbul’u fethettikten sonra ilk Cuma namazı için Ayasofya’ya geldiğinde “Aranızda ikindi namazının sünnetini hiç kaçırmayan birisi imamlık yapsın” der. Fakat Fatih kime baksa kafasını öne eğer. Akşemseddin Hz.leri de bunlardan biridir. O da “Bir defasında misafirlerim vardı. Yoğunluktan İkindi Namazının sünnetini terk etmiştim.” der. Bunun üzerine Fatih, “Ben hayatımda hiç ikindi namazının farzını ya da sünnetini kaçırmadım” der ve imamlığa geçer. Namaza başlamak için tekbir getirir sonra namazını bozar. Bu durum üç kez tekrar eder. Üçüncüsünde namaza durarak namazı kıldırır. Namazdan sonra bu durumun sebebi Fatih’e sorulur. Fatih de namazda Kâbe’nin görünmesini arzuladığını bunun için de Kâbe görünene kadar üç kez tekbir getirdiğini söyler. Akşemseddin Hz.leri de bu durumu şöyle izah eder; “Sultanımız ilk tedbiri aldığında kıble yönü ile ilgili içimde bir şüphe vardı. İnşallah namaza durmaz dedim. Öyle de oldu. İkinci seferde yine aynı durumu yaşadım. Üçüncü tekbirde bana manevi âlemde cemaatin en arka safı gösterildi. Baktım ki Hızır (as) direğe (Terler Direk denilen üzeri bakırla kaplı mermer direğe) parmağını soktu ve Ayasofya’nın yönünü kıbleye doğru çevirdi. Böylece Padişah üçüncü kez tekbir getirdikten sonra Kâbe’yi tam karşısında gördü ve namaza durdu” der.

kutu

Hutbede Fatih Sultan Mehmet

Bu şehir efsanesi doğru mu değil mi bilinmez ama Bizans döneminde de kutsal kabul edilen bu sütunun İstanbul’un fethiyle birlikte farklı bir mahiyette de olsa yine bir tür kutsallık atfedilerek Osmanlı döneminde de sahiplenildiği görülmektedir. İstanbul’un fethinden yüzyıllar önce de var olan bu sütun ve üzerindeki oyuk, efsane ile birlikte bir anda Hızır Aleyhisselam’ın güç alarak iz bıraktığı bir yer olmuştur.

Askeri Müze’nin kurucusu Ferik Ahmed Muhtar Paşa Feth-i Celile-i Kostantiniyye adlı kitabında namazı Akşemseddin Hazretleri kıldırdığını, hutbede ise Fatih Sultan Mehmet’in olduğunu aktarır.

En kısa zamanda aynı ruhla Ayasofya’da bir cuma namazında buluşmak duası ile…