Elbette konuya bir İHA, SİHA mühendisi ya da savaşlar konusundaki askeri uzmanlar gibi bakacak değilim; bakamam da zaten…

Lakin savaşlar tarihi, sınır savunmaları ve kaleler üzerine yapılmış birçok çalışmayı literatürüne alan bir dersi, özel bir merakla doktora dersi olarak almıştım…

Konuya geniş bakan gözlere nispetle -Gabor Agoston gibi önemli isimleri kastediyorum-oldukça kısık bir bakış imkânı sağlayan bu ders notlarının izini sürerek, İHA ve SİHA’ların, düne göre neleri değiştirdiğini ifade etmek isterim; daha doğrusu hangi ezberleri bozduğunu…

Tarih boyunca toplumların çoğu, savunması kolay ve bulunduğu bölgeye hâkim tepeleri kendilerine yerleşim yeri olarak seçmişlerdir…

Hatta en önemli kaleler bu hâkim tepelere kurulmuştur…

Yüksek tepeler, dağlık araziler sadece devletlerin tercihi de değildir ayrıca…

Devletlerle öyle ya da böyle ters düşmüş inanç mensuplarının -haklı ya da haksız-  takipten kurtulmak isteyenlerin de tercihidir aynı zamanda…

Ya da devlete isyan etmiş eşkıyaların, terör örgütlerinin -güvende olacakları düşüncesiyle- isyan ettikleri devlete karşı ve onun kontrolünden de uzak bir yerde kendini büyütmek için tercih ettiği yerler de, yine dağlık bölgeler olmuştur hep…

Bu araziler, koca imparatorlukları dize getiren büyük komutanların, en zorlu sınavları olmuştur aynı zamanda…

Hatta dönemin teknolojileri düşünüldüğünde, aylar hatta yıllar alan seferler çoğu zaman düşünceden öteye bile geçememiştir…

Birçok imparatorluğu ya da yerleşik düzeni tehdit edenler de bu dağlık, gözlerden uzak yerlerde güç kazanıp, merkezi ele geçirmek isteyenler olmuştur; bugün de bunun örnekleri hâlâ mevcuttur…

Nasıl ki hâkim tepelerdeki surlar kale halkını koruduysa, açık ama sarp ve dağlık arazilerde asileri/eşkıyaları korudu/koruyor…

Sicilya’nın dağları eşkıyaları uzun yıllar korumadı mı?

Vehhabileri koruyan ve Osmanlı’nın içinde bir “ur” gibi büyüten de yine Deriyye’nin aşılmaz dağları değil miydi?

Ya Selçuklu Devletinin başına bela olan Haşhaşilerin Alamut’u…

Afganistan’ın dağlık arazileri olmasaydı, El-Kaide kendini bu kadar kolay savunabilir miydi?

Irak sınırımızda PKK’yı yıllardır koruyan da, en başta oradaki sarp ve erişilmez dağlar değil miydi?

Nitekim Dağlık Karabağ’daki varlığının sarsılmayacağını düşünen Ermenistan’a bu haddi veren de yine “savunması kolay” dağlar değil miydi?

İran bin yıllardır düşmanlarına karşı neyiyle övünür ya da İran’a kafa tutmak isteyenlerin aklına ilk ne gelir…

Dünden ve bugünden daha nice örnek sayabilirim size…

Bu noktaya kadar ki meramımı bu örnekler fazlasıyla anlatır diye düşünüyorum…

İşte tam da bu noktada “Bir ezber bozumu: İHA ve SİHA”lar” başlığı devreye giriyor…

Artık onlar sayesinde hiçbir yer asiler, işgalciler için güvenli değil; en sarp kayalık ve dağlarda olsalar da…

Sahip oldukları teknolojiyle, dağları adeta gözetlemesi kolay açık “ova”lara dönüştürdüler…

Küçücük hedefleri bile, binlerce metre yükseklikten adeta avucunun içi gibi gören bu savunma araçları sayesinde devletler eşkıyalara karşı çok ciddi bir güç kazanmış durumdalar…

Elbette asiler/eşkıyalar tarihe karıştı iddiasında değilim; onlar da kendilerine yepyeni yöntemler buldular/buluyorlar…

Artık dağlardan alamadıkları korumayı, vekâletlerini üstlendikleri “emperyal kalkan”lar devretme çabasındalar…

Bu da terörün küresel-simbiyotik bir boyuta evrilmesi anlamına geliyor…

Bununla da baş etmek kolay değil elbette; lakin daha öngörülebilir, takip edilebilir bir mücadele imkânı bulan devletler için daha umut var bir fotoğraf da sunmuyor değil…

Arkasında kim olursa olsun, gözünüzün önünde olan bir eşkıya ile mücadele etmek, aşılmaz dağların onlara sunduğu kalleşlik ile mücadeleden daha zor değil…

Bunu Suriye’de, Libya’da, Kuzey Irak’ta ve en son Dağlık Karabağ’da çok açık ve net olarak gördük…

Bu ezber bozan teknolojiyi üreten aklı, tarih minnetle anacak; bizde günün şahidi olma avantajını kaçırmadan, onlardan önce davranmak ve bu hakkı teslim etmek zorundayız; insan olmak vefayı, vefa da bunu gerektirir…

Dağları ovaya dönüştürdüğün ve zalimlerin uykusunu kaçırdığın için sana müteşekkiriz Sayın Selçuk Bayraktar!