İnsanoğlunu diğer canlılara göre eşsiz kılan, Eşref-i Mahlûkat veya Esfel-i Sâfilîn yani en üstün mahlûk veya en aşağı mahlûk olmasına yol açan yaptığı seçimler ve yaşamı için belirlediği öncelikleridir. Bu bakış açısı hem psikolojik gerçekliğe hem de dînî oryantasyonumuza uygundur. Bizler İslam’ı kabul eden Müslümanlar olarak Mevlamızın takdirini kabul edip, kaderimizin yazılı olduğuna inandıktan sonra işin asıl büyük kısmının, kendimize uygun bir yaşam amacı, yaşam stili, yaşam felsefesi ve bilişsel bir yol haritası belirlemek olduğunun farkına varmalıyız. İrade-i Cüz’î denilen önceliklerimiz ve seçimlerimizi en mâkul ve mübâh yollardan belirlemeli ve gerçekleştirmeliyiz.

İnsan önceliği kadardır, seçtiği kadar vardır. Bu ontolojik algı; bizim daha sistemli, düzenli ve daha da önemlisi sorumlu bir hayat sürmemizi sağlayacaktır. Seçme insanı var eder çünkü seçtiklerimizi savunmak ve seçimlerimizi realize etmek durumundayızdır. Bu da bizim seçim çerçevemizi geliştirmeden önce oturup düşünmemizi, akletmemizi, fikretmemizi, muhâkeme etmemizi gerekli kılar. Öte türlü yaşamımız boyunca hep başkalarını suçlarız. Dışsal odaklı, mızmız, yaşama küsen, insanlardan ürken ve sonuç olarak paranoyak bir ruhsal düzleme geçme ihtimalimiz yükselir. Seçim yapıp sorumluluk aldığımız durumlarda ise yaşamın dümenini elimizde tutar, tarzımızı belirler, Yaşa“mış gibi” yapmak yerine gerçekten istediğimiz hayatı yaşarız. Bunu yaparken de her şeyin kontrolümüz altında olmadığını biliriz. Kontrol edebileceğimiz en fazla şey kendimiz yani öz-kontroldür, İnsanları ve dünyayı kontrol etmeye çalıştığımızda ise psikopatolojiler baş gösterir. Bunu da unutmamak gerekir.

Kadere inanmak ayrı fatalistik yani kaderci olmak ayrı olgulardır. Hepimiz dünyaya geldiğimiz andan itibaren belli şeyleri seçebileceğimizi bir takım gerçeklikleri ise kabul etmek durumunda olduğumuzu bilmeliyiz. Ailemizi, içinde yaşayacağımız toplumu seçemeyeceğimiz gibi okuyacağımız okulu, yapacağımız evliliği, yaşayacağımız hayatın önemli bir bölümünü seçmek elimizdedir. Bununla beraber ders çalışmayıp okulu suçlayabilir, “bu senin kaderindir” denilerek bize dayatılan kişiyle evlenip evliliği suçlayabilir veya işimizi iyi yapmayıp işten kovulunca patronu suçlayabiliriz. İnsanın en iyi gözlemcisi, danışmanı, psikoloğu kendisidir. Kendini dinleyince, gözleyince, inceleyince yaptığı seçimlerin karşılığını gördüğünü fark edecektir. Mevlamız Necm Süresinin 39. Ayetinde “İnsan için çalıştığından başkası yoktur” buyurarak bu dehşet gerçeklikle bizi yüzleştirmektedir.  Bu buyruk evimizin ve işyerimizin bir köşesine asılacak tam bir hayat ilkesidir. Depresyon ve paranoyanın panzehiridir.

Bizim gibi kolektivist yani toplulukçu ve bir arada yaşamayı seven toplumlarda kader inancının yanlış algılanması sık karşılaştığımız bir sorundur. Her şeyi kadere atfetmek ciddi bir problemdir. Alın yazısı, Kör talih, Kahpe felek, Zalim kader, Kara baht gibi bir kısmı insanı itikâdî anlamda sıkıntılara sokacak sözcükler çok görülür. İnsanı seçim yapmak zorlarken ama bir o kadar da var ederken, diğer insanları, dünyayı ve kaderi suçlamak geçici bir rahatlık sağlayabilir. Ancak yapılan seçimle yüzleşmek insanı olgunlaştırırken, başkalarını suçlamak kâmil olmasını önleyecektir. Bu tür bir insan gelişmez, ilerlemez, kendisiyle ilgili kaygıları olmaz, diğer insanları da kader kurbanı görerek bir tür illüzyon yaşar, hayatı başkaları üzerinden yaşar. Benim şahsî gözlemim de toplumda bu yönde bir patolojinin giderek arttığı yönündedir. Bir anne babanın en büyük serveti, analiz edebilen, muhâkame edebilen, izan, idrak, irfan sahibi olan, seçen ve sorumluluk alan bir veya daha fazla evlada sahip olmasıdır. Bu evlat hep çalışır, çabalar, gelişir, geliştirir, kendine, milletine, ümmetine faydalı bir insan olur. Eşref-i Mahlûkat düzeyinde bir yaşam sürer.

Selametle…