Yaklaşık bir buçuk senedir doğru düzgün icraatı olmayan bir belediyecilik vizyonun işgalinde İstanbul. Yalnızca yalan söylemekte ustalar. Cânım şehri istikrarlı bir ‘’intihal politikası’’ üzerinden yönetiyorlar. Sahiplendikleri projelerin neredeyse tamamı, çok daha önce planlanan ve uygulamaya koyulan projeler. Teker teker yazmak sırf bir makalelik yer tutar. Bu utanmazlık da yetmiyor onlar için. Yapılanları yıkıyor ve bunu müthiş bir başarı gibi pazarlıyorlar.

En güncel örneği, yol kenarlarındaki dikey peyzaj mimarisine yapılanlar. Estetik niteliğinin dışında, ekolojik sebeplere de dayanan bu hizmete bile sataştılar. Çiçekleri söküp yerine ucube desenlerle boyanmış betonlar bırakmayı marifet bellediler. Modern sanat bienallerini aratacak kötülükte bir şehir planlamasını, ‘’İstanbul’u renklendiriyoruz’’ sloganlarıyla millete sattılar. Zaten maruz kaldığımız yıkımın maliyet hesaplamalarını da nabza göre değiştiriyorlar.

Klasik bahaneleri: İsraf.

Güya kâr etmişler. Kime göre, neye göre kestiremiyoruz tabii. Fakat Ekrem İmamoğlu ve ekibinin iktisat bilgisini; sahte tablolara, toptan maskelere, araç ihalelerine, yapmadığı icraatların tanıtımlarına verdiği paralardan tahmin edebiliyoruz.

Rakamları konuşalım.

Dikey peyzajın yıllık bakım gideri Türkiye genelinde 8,6 milyon TL. Yani İBB’nin park ve bahçeler için tahsis ettiği yıllık bütçenin %0,71’i…

İBB Eş Genel Başkanı ise, son verdiği rakama göre yapılış maliyeti 60 milyon, yıllık bakımı da 12 milyon TL olan duvar boyama işlerinin ‘’tasarruf’’ olduğunu iddia ediyor.

’’Bu bütçe artık İstanbulluların aktif kullanacağı yeşil alanlar oluşturmak için kullanılacak’’ diyorlar utanmadan. Son yirmi yılda hükümet eliyle milyonlarca m² yeşil alan inşa edildiğini, mecburi kırpma yapılan yerlere de misliyle ağaç dikildiğini ve hala bu minvalde onlarca proje üretildiğini bilerek diyorlar hem de. İstanbul’daki betonlaşma oranında en büyük payın CHP’li belediyelere ait olduğunun da farkındalar üstelik.

Mesele yalnız beceriksizlik, pişkinlik değil elbette. Göreve geldikleri günden beri DHKP-C ve PKK militanlarını, FETÖ’cü etki ajanlarını belediye meclisine konuşlandırdılar. Terörist yağlayan kitaplar satıp, kültür merkezlerini terörist tiyatrolarına açtılar. Yalan vaatlerle insanları işinden edip, yerine terör sempatizanı trolleri yerleştirdiler.

İsraf kisvesiyle, kendi rant sermayelerini nasıl katladıkları ortada. İstanbul’u soyuyorlar. Aklımızla alay eder gibi yalan söylüyorlar. Seçim öncesi bedava dağıtmak iddiasında oldukları temel ihtiyaçlarımıza dahi düzenli aralıklarla zam yapıyorlar.

Belli bir güruh tarafından tüm bu rezaletler onay görüyor üstelik. Hitap ettikleri kitle, bu tip algı ticaretlerine keyifle ortak olmak için kıvama getirilmiş halde çünkü. Koyun gibi güdülüp ahlakçı çobanı oynuyorlar. Meselesi ağaç olmayanların ağaç edebiyatlarına tavlanmak en kronik alışkanlıkları. PKK’ya ‘’terör örgütü’’ diyemeyenlerin terörü lanetleme seanslarını amme hizmeti sanıyorlar. Ceplerinde hissetmedikleri her şey ‘’rant’’ onlar için. Yahu, PKK’lı teröristlerin medya mecralarında ‘’kutsal ateş’’ diyerek aşkla üstlendikleri kundakçılık eylemlerini bile hükümete mal ediyorlar. Kanal İstanbul, 3. havalimanı, altın ve doğalgaz arayışları ve daha nice mesele basit bir hırsızlıktan ibaret gözlerinde. Kuşatıcı bakmaktan yoksun, büyük devlet ideallerinden bizarlar. Uluslararası kadrajda Türkiye’ye güç katan, Türkiye’deki refah seviyesini arttırmak için atılan her adıma düşmanlar. İnovasyon, biçimsiz heykelleri ülkenin dört bir tarafına dikmek onların nezdinde. Hizmet, yıllardır oksijen namına savaş soluyan Suriyeli, Iraklı Türkmenlere Arapça Nutuk göndermek…

Maalesef bu ahmaklıkla, bu görgüsüzlükle, bu cehaletle yaşamak durumundayız.

Profesyonel vatandaşların yürüttüğü ihanet stratejilerine, ideolojik yobazlıklarla iştirak eden bir zihin ishalini cemiyet içinde eritmek zorundayız.

Demokrasi bunu gerektiriyor.