“Nereden nereye!” gelişimizin çok ilginç bir iz düşümü idi son günlerde yaşananlar…

Ne mi oldu?

Hem dünyada hem de ülkemizde kendi zamanlarına sığamayacak kadar önemli siyasi kırılımlar gerçekleşiyor…

Belli ki dünya yepyeni sancılarla insanına farklı bir gelecek doğumunda…

Sancı bu denli ağır seyrettiğine göre, doğumun neticesi de oldukça önemli olmalı…

Bu durumda soru şu: Sancısı ve sonrasında ki doğumu kesin olan dünyanın doğuracağı yeni dinamikleri, değişimleri kimler yönetecek?

Bu soruya cevaben ve göğsümüzü gere gere, “Müslümanlar” diyebiliyor muyuz?

Görünen tabloda diyemediğimiz çok açık…

Bu noktada bütün gözlerin çevrildiği ve gerçek bir hamilik adayı olan Türkiye de bugünlerde çok farklı konularla meşgul…

Tabir yerindeyse “fren” durumundaki zihniyetler, yavaşlatma kapasitesi bakımından belirli bir direnç yakalamış gibi görünüyorlar…

Türkiye’yi sürekli içine döndürmeye çalışan bu “fren”leyici anlayışlar, hiçbir ittifaktan kaçınmıyor ve hiçbir manivelayı reddetmiyorlar…

İç ya da dış, meşru ya da gayr-ı meşru her türlü malzeme iş görebiliyor bu frenleme adına…

“Nelere kadirsin ey iktidar ve de başkanlık!” diye haykırası geliyor insanın…

“Gerçeklik çürümesi” yaşayan zihinlerde, yalan ve iftiralarla defteri dürülmüş doğrular, ıstırap içinde…

“Gerçeği çürümüş” beyinler, maalesef tiyatroyu gerçek olarak dayatıyorlar siyasetimize…

Geçmişte de başka bir tiyatro farklı bir gerçeklik olarak dayatılmış ve 28 Şubat’ın temel dayanağı oluşturulmuştu…

Bir tiyatrodan darbe çıkarma marifetiyle…

Tarih nasılda tersyüz ediliyor; değil mi?

O gün bir tiyatroya “sanat” diyemeyenler, bugün tiyatronun sanat tarafını nasıl da kutsuyorlar; üstelik 6-8 Ekim olaylarındaki azmettiriciliği açık olan ve bu konuda kendisini milletin vicdanında temizleyememiş birinin yazdığı “tiyatro”yu…

PKK’nın beli tarihinde hiç bu denli kırılmamıştı ama ne yazık ki buna mukabil hiç bu denli de HDP dışında kalan muhalif siyasetten onlara göz kırpılmamıştı…

Birilerinin adeta yüreğini kanırtan bu göz kırpmalar ne uğruna peki?

Bu uğurda şehit olmuş vatan evlatlarından ve onların ailesinden utanmadan, riyakârca ve çıkarlar için üstelik…

Kimi, nereye taşımak için?

Bir özür dilendi ya da nedamet getirildi de ben mi kaçırdım yoksa?

Selo’ya ve HDP’ye dair hatırladığım en son şey, aldıkları oyların ardından şımarıkça tehditler savurmalarıydı; tükürükleriyle boğmaktan bahseden…

“Bu CHP zihniyeti iflah olmaz” derken, AK Parti ile yolları ayrılan zevatın da “HDP aşkı”na tutulması çok manidardır…

HDP’yi bu denli “vazgeçilmez” yapan, maşuklarının sayısını artıran sosyolojik gerçekler, her geçen gün daha da belirgin hale geliyor; iktidar hırsını merkeze alan…

Bu hırs, muhterisini dermansız dertlere sürükleyecek kadar tehlikelidir…

Bir an evvel tiyatrodan uyanıp gerçeğe yetişemezler ise gelecek, kendi vicdanında onları mahkûm edecektir…

Tiyatro “sanat” olarak irşat eder elbette ama siyaseti tiyatrolaştırmak da gerçeği yok eder…

Yaptığı kadar yapılamayan, yıktığı kadar da yıkılamayan bir güç ise siyaset, yaslandığı yer mutlaka gerçekler olmalıdır…

Hiç kimsenin fantazigâhı olamayacak kadar hem de…