Alemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun.

Ayasofya Camii Kebiri Şerifi’nin yeniden ibadete açılarak İslam aleminin kalbindeki bir yaranın kapandığını bizlere dünya gözüyle görmeyi nasip etti.

24 Temmuz 2020 günü Cuma vaktinde Ayasofya Camii’nde şüheda ile birlikte milyarlarca ruh vardı.

En az 500 Bin kişi Ayasofya Camii’nde 86 yıl sonra ilk Cuma’yı kıldırma şerefine nail olan Prof. Dr. Ali Erbaş’ın arkasında saf tuttu.

Yine binlerce şükürler olsun ki, Rabbim bu fakire de ilk Cuma namazını Ayasofya Camii kubbesi altında kılmayı nasip etti.

Bu yazıyı yazarken bile kalbimi yerinden fırlatacak gibi coşku, sevinç, mutluluklu taşıran hislerimi kelimelerle ifade etmek mümkün değil.

25 yılı bulan gazetecilik hayatım boyunca sayısız tarihi hadiseye tanıklık ettim.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2001’de Anadolu’yu karış karış gezerken hem bir gazeteci, hem de Recep Tayyip Erdoğan’ın her anını belgeleyen bir fotoğraf muhabiri olarak yanındaydım.

15 Temmuz gecesi gazetecilik tarihimin şeref sayfalarında yerini alan bir habere imza atarak bu ülkeye, vatana, millete karşı onurlu bir vazifeyi yerine getirdim.

Elhamdülillah, Ayasofya Camii’nin kubbesi altındaki tanıklığım da bir başka zirve oldu.

Gazetecilik mesleği zorluklarıyla, riskleriyle ve stresiyle derviş gönüllü olmak için çabalayan insanlar için ne kadar zor olsa da bir o kadar da imkanı beraberinde getiriyor.

Şükürler olsun ki bu meslek bana, biri Şehid Mustafa Cambaz adına, şehadeti sonrası eşi ve evladının manevi vekaleti ile olmak üzere Kabe-i Muazzama’ya iki kez yüz sürme bahtiyarlığını bahşetti.

Arafat’ta, genç yaşımda alnımı koyduğum kızgın kumlarla hasbihal ederken yaşadığım eşi benzeri olmayan tarifsiz duyguyu biraz da mesleğime borçluyum.

Ayasofya Camii’nde de şükür secdesine kapanırken yaşadığım duygular beni yine Mekke’ye, Medine’ye götürdü.  Bazen, gazeteci kalmanın, kayıtsız bir ruh haliyle mukabelede bulunmanın, etrafa haber gözüyle bakabilmenin imkansız hale dönüştüğü anlardan birini daha yaşadım.

Prof. Dr. Ali Erbaş’ın Cuma namazının farzında kalbiyle okuduğu Fetih Suresi ayetlerini bir daha aynı coşku ve heyecanla dinlemek nasip olur mu bilmiyorum.

Rabbim bizi ve bu ülkeyi, yediden yetmişe hem kabuk hem iç olarak Kamil Müslüman bir kimliğe kavuşturduğunda, Fetih Suresi’ni aynı coşku ve iştiyak ile bir daha dinlemeyi, okumayı nasip etsin.

Ayasofya Camii’ne giderken Karaköy’e araçla gelip Ayasofya Camii’ne kadar yürümeyi tercih ettim.

Müslüman Anadolu insanı olarak çektiğimiz bunca eziyete rağmen, Ayasofya Camii’ne zahmetsizce, çilesini çekmeden kavuşma hissinin mahcubiyeti kapladı içimi. Bu yüzden yürüdüm. İyi ki yürümüşüm.

Galata Köprüsü’nde kötü bir ifade nedeniyle minik bir uyarı yaptığım üç genç; uzaktan baktığınızdane işleri olur diyeceğiniz üç genç, Ayasofya’da ilk Cuma için şehir dışından geldiklerini söyleyince camiye kadar kanatlanarak gittim.

Kapıdan girerken hissettiğim duygu, işte bu kabukla iç arasındaki kavganın benzer bir tezahürüydü.

80 senedir nice canlarımız yanarak verilen mücadelenin toz nispetince parçası olmama rağmen utanarak, hak edilmeden kazanılmış bir zaferin mahcubiyetini kuşanarak girdim içeri…

Bir gün önce, Ayasofya Camii daveti sebebiyle Covid testi için gittiğim Çengelköy’de, Mustafa Cambaz, Halil Kantarcı ve diğer 15 Temmuz şehitlerinden müsaade istememe rağmen…

Nasipli bir gazeteci kabuğunun içinde büyümemiş bir fındık içi gibi ufacık kalmış adam olarak girdim.

İlk fırsatta da kendim, ailem, haftalarca Fetih Suresi okuyan annem ve tüm anneler için, başta 60 yıl önce, bize aşk, cesaret, ilham vererek yol haritamızı çizen Üstad Necip Fazıl Kısakürek ve bu mücadele boyunca canlarını, ömürlerini feda edenler için şükür secdesine kapandım.

Ömrümüzü Recep Tayyip Erdoğan ile kesiştiren Rabbim’e şükür olsun. Dertlendiğimiz tüm yaralarımızı iyileştirmeye devam ediyor.

Prof. Dr. Ali Erbaş’a minnettarım. Hutbede Fatih’in emanetine ihaneti hatırlatarak hakikati haykırdı. Bundan sonrası için uyardı. Varsın, rahatsız olsunlar.

Biliyoruz ki başında Osmanlı sarığı yerine Latin serpuşu görmek isteyen Batıl asla durmayacak. Kavgamız da Hak ve Batıl mücadelesi bitmedikçe asla bitmeyecek.

Biz de hakikati haykırmak Hakk’ı tesis etmek için asla durmayacağız.

Üstad’ın dediği gibi…

Müjdeler olsun size; doğdu batmayan güneş!