Koca Yunus’un bir beyti vardır:

“Benim bunda kararım yok ben bunda gitmeğe geldim

Bezirganam meta’ım çok alana satmağa geldim”

Hayat, büyük –ulu- bir şehirde kısa süreliğine kurulan bir pazara benzer. Bir kere kurulur. Tasavvufta pazar, “Bir”in çokluktaki görünüşüdür, yansımasıdır. Dolayısıyla dünya pazarına bir kereliğine geliyoruz. Adam gibi yaşayıp ölmeliyiz.

Bugün Cahit Abi’nin (Zarifoğlu) dünyadan çekildiği gün. Tam 33 yıl olmuş (1 Temmuz 1940-7 Haziran 1987). Aradan geçen bunca zamana rağmen dünya pazarının en görkemli sakinlerinden biri olarak anılar defterindeki yerini koruyor.

Bir şiirinde, tıpkı Yunus’a nazire yapar gibi söylemişti:

“Burası dünya

Ne çok kıymetlendirdik

Oysa bir tarla; ekip, biçip, gidecektik…”

Ruhumuza yerleşen lekelerin farkında olarak yaşadı Cahit Abi… Öyle ki, elinde kara fırçasıyla ruhumuzu boyayanları ifşa etti kısacık ömründe. “Yaşamak” isimli kitabında hem teşhis, hem tedavi anlamında çok önemli tespitleri paylaştı okurlarıyla: “Ruhumuzun Batı’dan aldığı lekelerden ancak bizi Allah arındırabilir.”

Anlaşılmaz dediler onun için…

Şiirlerini kapalı buldular.

Mevlana’nın “Kalp deniz, dil kıyıdır. Denizde ne varsa kıyıya o vurur (…) Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir” sözünü çok iyi tefsir etmişti.

Onun sırrı…

Dili kimsenin diline benzemiyordu. Filistin’den Afganistan’a, Moro’dan Bosna’ya kadar geniş bir yürek devletinin, gönül coğrafyasının ortak diliyle konuştu ve sustu. Dolayısıyla onun imge dünyası, söz çatısı çağdaşlarının hiçbirine benzemedi. Bugün bile eşsiz estetiğiyle edebiyat tarihinde çağıldayıp duruyor.

Ne diyordu:

“Dışı, kabuğu anlatmak kolay, zor olan insanın var oluşundaki öze eğilmek, ruhu verebilmektir.”

Bunu yapmak için…

Umudun daima acıdan daha büyük olması gerekir.

1980’li yılların daralan fikir ve ruh iklimine teşhisi:

“İnsan, gittikçe daralan dünyasında neden mutsuz? Herkes artık gereğinden fazla büyüyor da onun için mi? On yedi yaşlarındaki delikanlıların bile iki kat yaşlılarınki kadar yürekleri dolu…”

Alın size günümüzün en büyük çatışması…

Aslında Musa ile Firavun’u gösteriyordu bize:

Mana alemiyle temasımızdan Musa’ya nasıl ulaşacağımıza…

Madde alemiyle temasımızdan ise Firavun’a doğru nasıl hareket ettiğimizi, edeceğimize dikkat çekiyordu.

Yani…

Bize “idrak geçidi”ni işaret eden uyarıcılardan oldu.

Böyle bir duası var mı idi bilmiyorum. Ama her dönemde anılmak için gönüllere girmenin şart olduğunu iyi biliyordu. Çünkü biliyordu ki, “gerçek sevenler, sevdiklerini gönüllerinde taşır.”

Cahit Abi, doğuştan şairdi, tartışılmaz.

Ama omurgası sağlam, duruşu dik bir Müslüman’dı. Günümüzün tatlı su Müslümanlarını görse en naif eleştiriler onun dilinden/kaleminden çıkardı.

Şedit değil, naif…

Çünkü Cahit Abi, öfkesini dillendirirken bile şiir söylüyor hissi veriyordu hepimize: “Fikir öfkesine saygı duyarız ama öfke fikre bağlılığını yitirdi mi, ondan daha tiksinti veren bir başka şey daha yoktur.”

Bugün hakiki bir şiirden söz edeceksek…

Ya da hakikatin şiire bürünmüş hali üzerine konuşacaksak…

Cahit Abi’ye kulak kesilmemiz yeterli olacaktır. Bu yöntem dün işe yaradı. Bugün de yarıyor. Yarın da yarayacaktır.

Çünkü kalbi olanın derdi vardır:

“Bir kalbiniz vardır onu tanıyınız

Bir şehir kadar kalabalıktır bazıları

Bir dehliz kadar karanlıktır bazıları…”

Rahmet ona ve önden giden bütün ustaların üzerine olsun…

Vefat yıl dönümü aynı güne yani 7 Haziran’a denk gelen Büyük Usta Abdurrahim Karakoç’u da rahmet minnetle anıyoruz.