– “İnsanlar arasında güven kalmadı be abi!” diye şikâyetlendi geçenlerde bir kardeşim.

Çaylarımızı içiyor, güzel güzel muhabbet ediyorduk oysa. Yeni kitaplardan, neler okuyacağımızdan, neler yazacağımızdan, arada mevzunun nasıl oraya geldiğini anlayamasam da yeni çıkan arabalardan, futboldan falan konuşuyorduk.

İşte tam o sırada ve aniden giriverdi bu kardeş muhabbete ve sanki uzunca zamandır dilinin altında ve zoraki tuttuğu bir bakla gibi ansızın çıkarıverdi ve tuhaf ama bir yükten kurtulur gibi de hafifledi, öyle görünüyordu. Önce bir sessizlik oldu. Hiçbirimiz anlayamadık bu yersiz ve lüzumsuz çıkışı. Sonra ilk silahına davranan mahallemizin güngörmüş abilerinden biri oldu ve ince belliden bir yudum doldurdu ağzına. Sonra sırayla her birimiz yudumladık çaylarımızı. Bu “Hayırdır, ne oluyor?” demek manasına geliyordu aslında ve karşımızda oturan kardeş anlamıştı bunu.

– “Abi” dedi “baksanıza şu dışarıdan geçip de giden insanlara”

O an hepimizin başı yek ahenk dışarı döndü. Bir şey, farklı bir şey görmek ister gibi bakındık.

– “Önceden” dedi “şikâyet edip de duruyorduk insanlar birbirine selam bile vermiyorlar diye. Hakkımız da vardı; vermiyorlardı. Bir selamı bile çok görüyorlardı birbirlerine. Ama şimdi bir bakın Allah aşkına! Selam vermeyi geçtim birbirlerine bakmıyorlar bile. Yüz yüzü görmeden gönül gönlü nasıl bulacak be abi?”

Biz söyleyecekleri bitti zannederken çayından bir yudum alıp devam etti;

– “Güvenmiyorlar abi, insanlar birbirlerine güvenmiyorlar, selam verip borçlu çıkmayı geç yüzüne bakıp da bir şey olmasından bile korkuyorlar.”

Hakkı vardı ve her ne kadar bu kardeşin böyle cümleler kurup hepimize ayaküstü ders vermesine hayret etsek de doğru söylüyordu. Kimsenin kimseyi görmeye bile tahammülü yok gibiydi.

Eskiler “evvel refik sümme’t-tarik” demişler kâri. Yani önce yoldaş bul da sonra bir yola düş demeye geliyor. Biz yola bir yoldaşla başlamayı bulsak bile o yolda bulduklarımızı yola çıktıklarımıza tercih etmeye başlayalı çok oldu. Bir dost bulanlar var belki ama şiirde de dendiği gibi bir dost bulamadan gün de akşam oldu. “Ahretlik” diye bir kavram vardı mesela. Unutulan bir kavram. Eskiler çok kullanır ve güvendiği, ardını dayadığı bir dost arar ve bulduğunda ona ahretlik derlermiş yani “sadece bu dünyada değil ahirette de dostum, sırdaşım, kardeşim sensin” demek isterlermiş. Unuttuk, geçtik ve vazgeçtik. Yolun sonuna varalım da nasıl ve kiminle varacaksak varalım diye bir mantık peyda oldu ve ne olduysa işte bize o zaman oldu.

Arif Nihat Asya şöyle diyordu:

Bize bir nazar oldu Cumamız Pazar oldu

Ne olduysa hep bize azar azar oldu

Ezcümle arkadaş haklı, hem de çok haklı bize “kendine güven” diye diye başka birine güvenmeyi unutturdular…