“İnsanı açlık değil, alıştığı tokluk öldürür” diyor allame İbn-i Haldun.

Dünyayı gözle görülmez, elle tutulmaz bir virüs kasıp kavururken, ortaya çıkan manzaraya alışılagelmişin ve normalin çok ötesinde bir korku ve karamsarlık havası hakim.

Türkiye’de birkaç haftadır havaların da kapalı gitmesiyle insanlarımızda bir bunalım, bir ümitsizlik, bir gelecek endişesi almış başını gidiyor.

Evet, hayat yavaşladı…

Evet, iş ve istihdam yarı yarıya azaldı.

Ve zenginlerimizi bir ölüm korkusu, fakirlerimizi de bir açlık korkusu sarıp sarmaladı.

Hâlbuki böyle günler için, “zenginler şükretsin, fakirler sabretsin” ölçümüz vardı bizim.

Unutulup gitmiş.

Hz. Ömer, “sabırla şükür iki deve farz edilse, hangisine binsem aldırmazdım” demişti.

Bu da unutulmuş…

Şükür ile sabır birbirini tamamlayan iki hakikatti çünkü O’na göre…

Zenginler şükretmezler ise, fakirlerin sabretmesi mümkün olamazdı çünkü…

Ve çünkü şükrün içinde zekât vardı, sadaka vardı, infak vardı…

Sabrın içinde de tasarruf…

İbn-i Haldun, zenginliğin sebeplerini, siyasi gücü kullanma, makam ve mevki sahiplerine yakın olma, siyasi ve iktisadi değişikliklerden yararlanma, tehlikeli ve riskli işlere girme, ganimet ve miras şeklinde sıralar.

O’na göre, emek gücüyle zengin olunamaz.

Bu yüzden zenginlerin servetlerine haram bulaşma ihtimali çok yüksektir.

Ve zekât da bu yüzden farz kılınmıştır; Zekât malın temizlenmesidir.

Bu sebepledir ki, zengin malının kırkta birini ihtiyaç yani hak sahiplerine vermeden kendisini şükretmiş saymamalıdır.

Çünkü zekât sadaka değil bir borçtur.

Alacaklısı da şuanda evinde soğuktan titreyen, çocuğuna verecek bir ekmek bulamayan ve zenginin şükrünün kendisine ulaşması için sabırla dua eden ihtiyaç sahibidir.

İmam Gazali, servet peşinde koşanların yani zenginlerin gelecek korkusuyla biriktirdiklerini, bu yüzden kötümser ve karamsar olduklarını söylüyor.

İhtiyacına yeten mal ve mülkün telef olacağı ve başkasına muhtaç duruma düşeceğinden korktuklarını…

Yine Gazali’ye göre, insan mayasındaki rabbanî özellik icabı rububiyeti sever.

Rububiyet yani kemalde eşsiz ve varlıkta tek ve rakipsiz olmak.

Rububiyet ehli bir gün hak vaki olup öleceğini bilir ve fakat bunu kabullenmesi zor gelir.

Zenginliğinin hiçbir işe yaramayacağı günlerden, felaketlerden, afetlerden korkar.

Şükretse korkmazdı.

Zengine şükretmeyi öğretmek gerekiyor ki, fakirin sabır taşı çatlamasın.

“Biz bize yeteriz” Milli Dayanışma kampanyasında bu güne kadar Bir milyar dört yüz on beş milyon üç yüz yirmi dokuz bin dört yüz seksen sekiz lira para toplanmış.

Resmi sitesinde yüksek bağış yapan kurumlar ve özel sektörden isimler var.

Bakıyorum, devletten ihale almış büyük holdinglerin, şirketlerin ismi yok.

Dedim ki, Reis’in zenginlere şükretmesini öğretmesi gerekiyor…

Almalı eline telefonu, teker teker aramalı, aratmalı belki de…

Rububiyet ehlinden mallarının kırkta birini, servetlerinin temizliği için…

Allah’a şükürlerinin tecellisi olarak hak ve ihtiyaç sahipleri adına istemeli…

Kampanyayı coşturmalı…

Yani, zenginden alıp fakire vermelidir.

O zaman daha çok biz bize yeter oluruz.