Dünya çapında ticari ve ekonomik rekabet, askeri – siyasi ve bilimsel rekabet ile desteklenerek sürekli büyüyor, farklı boyutlar ve açılımlar kazanıyor.

Büyük ekonomilere sahip olan ülkeler rekabet taktikleri olarak ahlaki veya gayriahlaki her türlü rekabeti bozucu faktörü diğer ülkelerde devreye sokabiliyorlar. Buna muhatap olan ülkeler ise yaşadıkları derin travmayı, az gelişmişliğin etkisi altında anlamaya çalışıyorlar.

Dünya tarihinde önemli bir kolonyal dönem yaşandı. Bugüne hangi gözlemler ve dersler çıkarılabildi? Batı dünyası günah çıkarma babından bir hümanizm geliştirdi; Doğu dünyası ise olayın derinliklerini anlayamayan, olanlardan ders çıkaramayan ve büyük bir kısmı itibarıyla aynı politikaların devamına maruz kalarak yoluna devam etti.

Sömürge geçmişi olan ve kolonyal şiddete maruz kalan Afrika ve Hint alt kıtası ülkelerine bakarsak başlığımızda ifade ettiğimiz vurgunun ne anlama geldiği daha rahat anlaşılır. Bu ülkelerin en zeki çocukları İngilizce, Fransızca ve Almanca eğitimi alırken sömürgecilere göre barbarlıktan uygarlığa yükseliyorlardı. Öğrendikleri bilgi ve aldıkları eğitimin kendi ülkelerinin gelişmesine katkı sağlamasından çok, sömürenlere nasıl hizmet ettiğine kısaca işaret etmek istiyorum: O dönemlerde sömürgecinin dilini öğrenen ve onun istediği eğitimi alan en parlak zekâlar ve dehalar onlara hizmet etmek üzere kendi ülkelerinin yeni aristokrasi veya burjuvasını oluştururken binde birlik üst kesim ülkelerini terk ederek sömürgecinin ülkesinde kendine yurt edinmeye çalıştı. Bu süreç kolonyal dönemden bu yana sonuçlarını doğurmaya devam ediyor.

Bu kişiler kendilerini sömürenlerin dillerinde yayınlar üretir; makaleler ve kitaplar yazarken bu çalışmalarını kendi halkı için anadiline çevirmeye ihtiyaç bile duymaz. Çünkü yazdıklarının anadilinde olursa değersiz; başka bir dilde olursa değerli olacağına inandırılmıştır. O ve onun gibi yüzbinlerce kişinin akademik ilerleme ve ün kazanma adına yazdıkları yazılar o dilde daha üst seviye analitik düşünen ve üretenler için sadece birer ara malzemedir ve orijinal düşüncelerin, yeni modellerin, inovasyon ve patentlerin alt yapısını sağlamış olurlar.

Dünya üniversitelerinin birçoğu şu anda bu şekilde çalışıyor. Burada modeli kuranları suçlamak değil kutlamak gerekir. Çünkü kendi milletlerinin menfaatlerine uygun iyi bir sistemi kurmayı başarmışlardır. Gidenler yeni yurtlarında kendilerini ispatlamak için o ülke yurttaşlarından daha fazla çalışmak, daha iyisini yapmak, vatandaşlık almak sömürülenin ulaşabileceği en uç nokta idi. Kitlevi beyin göçünün en güçlü örnekleri post-kolonyal döneminde yaşanmıştır.

Bu ülkelerden ya en ağır işlerde kullanılacak ucuz işgücü ya da o ülkelerin beyin takımını oluşturacak dehalar seçilerek toplanıyordu ve hala toplanmaya devam ediyor. Bu son derece akıllıca ve güçlü olan devletler için güçlerini katlayacak başarılı bir model. İnsani ve ahlaki tarafını ise sizin takdirlerinize bırakıyorum.

Şimdi dünyada yıllardır süren proje çalışmaları ve yarışmalar üzerinden konuyu yeniden düşünelim: Dünyanın birçok ülkesinde düzenlenen bu yarışmalarda en başarılı gençlerin projelerinin yarışması sonucunda ödül kazanan kişilere bizler neler sunarız? Yıllardır güneş enerjisiyle çalışan araba yarışmalarının birincilerine, yeni bir patentle model geliştiren başarılı öğrencilere veya dünyadaki akademik olimpiyatlarda başarılı olan öğrencilere ülke içerisinde patentlerini üretimde kullanabilmelerini sağlayıp geliştirdikleri modelleri üretime katmayı başarabiliyor muyuz?

Türkiye’deki birçok üniversitede gençler 3D yazıcı üretmeyi başarıyorlar. Peki neden güneş enerjisiyle çalışan bir otomobilimiz veya Türkiye’ye ait 3D yazıcı üretim mekânlarımız yok sorusuna cevap arayalım. Bunun kolay cevabı piyasa şartlarının el vermediğidir. Kamu ve özel sektör-üniversite işbirlikleriyle oluşturulacak üretim sistemlerini kurmaktaki sıkıntımızdır. Eğer bu üretim modelleri oluşturulamazsa Türkiye’nin ya da herhangi bir ülkenin en yetenekli gençlerine piyasanın gösterdiği tek adres yurtdışındaki üniversitelerdir.

İnsan kaynağı, yüksek ideallerle beslenmediği sürece çıkarları gereği bu tercihi yapar ve “kıymetinin bilindiği” yerlere yönelir. İnsan kaynağı, özellikle toplumda nadir karşılaşılan deha ve üstün yetenekler konusunda hassas davranılmalı ve ülke dışına yönelmemeleri için maddi ve manevi tatminlerini sağlayacak ortamlar oluşturulmalıdır.

Ülkenin bugün elinde bulunan yetişmiş insan kaynağı her konuda üretim yapabilecek kapasitededir. Ancak bu kaynağı bütün tarafların çıkarlarını azami ölçüde korumak kaydıyla kamu-özel sektör-üniversite işbirliğinin sağlanması ile mümkündür. Üreten zekâ, en az maddi tatmin kadar itibarının korunmasını ve takdir edilmeyi bekler, bu insan doğasının gereğidir. Sürdürülebilir bir modellemenin ülkenin ve gençlerin geleceği için acilen kurulması elzemdir.

Üretmek zahmetlidir, az kârlı olabilir ama üretmek özgürlüktür. Üretim güçtür. Üretim bağımsızlıktır.