Çoğu kez en büyük tehlike, tehlikeli olanın artık bir tehdit olarak algılanmayışı ile gelir…

Ne yazık ki, bugün toplumsal davranış biçimimizi gözlediğimde, kafamda beliren şey, zihinlerin Covid-19’a karşı ciddi bir gevşemeye evrildiğidir…

Belirli bir yaş gurubunda da, gençliğin verdiği rahatlık ve gelişmemiş sorumluk duygusu buna eklendiğinde, durum daha da yaygınlık kazanıyor; kanaatimce…

İşte buna göre salgındaki yaygınlığın en temel sebeplerinden biri, insanın en kötü hatta en ölümcül koşullara bile kendini adapte edebilmesi, hatta onu “evcil” hale getirmesiyle ilgilidir…

İnsandaki “uyum” kabiliyeti sadece iyilere yönelik değildir; mecbur kaldığı ya da kaldığını düşündüğü her duruma uyma konusunda şaşırtıcı bir seyir izler…

Çok ileri bir örnekle şunu söyleyebilirim: Ortaçağda hatta öncesinde savaşlarla boğuşan Avrupa’da, akan kana karşı gelişen duyarsızlık için şu ifade kullanılmıştı, “evcilleştirilmiş ölüm…”

İnsan kaybının adeta sayıya/istatistiğe dönüştüğü nokta da, artık “insan” yoktur maalesef…

Bir tarafta acısını yaşamaya çalışanlar varken, diğer tarafta da başkaları her gün yapa geldikleri işlerine devam ederler; hatta eğlence bile hız kesmeden tam gaz ileridir, bir başka noktada…

Hadi, eğer elimizden geliyorsa bu gerçeği daha cesurca, gelmiyorsa da en azından daha açık olarak konuşalım…

Yanılıyor muyum yoksa?

Biraz can yakıcı gelebilir bu ifadeyi ilk defa duyacaklara, lakin zamanın ortaya çıkardığı köklü bir gerçekliktir bu: İnsan en çok da “bedava” olarak verilen bedene/bedenine eziyet etmiştir…

Üstelik de para ödediği ama bir tırnağı kadar değeri olmayanlara karşı bile…

İşte bu sebepledir ki Allah, insanın kendi canıyla ilgili tasarrufunu bile kendine bırakmamıştır…

Bu hakikatten hareketle devletlerin de yasalarla ve denetim mekanizmalarıyla, insanı hem kendine hem de başkalarına karşı koruması gerekir; insana rağmen yapmalıdır bunu…

Adeta Covid’e gülümseyenler, onu danslarla, partilerle karşılayanları hayretle izlediğinizde, abartmadığımı düşüneceğinize inanıyorum…

Hiçbir hayat, ne taşıyıcısının ne de bir başkasının sıradanlaştırdığı, hatta yok saydığı acınası bir düzeye indirgenmeyi hak etmez/edemez…

İnsanın temel dokunulmazlıkları, her türlü hakkın üstündedir ve Allah tarafından da garanti altına alınmıştır…

Zira “İnsan” olmak duyarlı olmayı gerektiriyor…

“Başkası için yaşamayan kendisi için de yaşayamaz” temel ilkesi, önemli bir istikamet verir bize…

Diğerimizin korunamadığı/güvende olmadığı yerde hiçbirimiz emniyette değildir; o sebeple de başkasını koruyarak aslında kendimizi korumuş oluruz…

Ülkemiz ve geleceğimiz için “post-covid-19” olarak ifade edilen döneme ancak bu duyarlılıklarla ve güçlü bir şekilde ulaşabiliriz…

Covid-19 sadece bugünü değil, geleceği de şekillendiriyor; ciddiyetle bunun farkında olmak zorundayız…

Covid-19 sonrasında tıpkı domino oyunundaki gibi, oyunun bir sahasındaki değişimler, tüm konfigürasyonda da değişimlere sebep olacak…

Yatay ve dikey düzlemde toplumsal yapıya ait olan ne varsa her birini az ya da çok etkileyecek maalesef…

Bu elbette her yerde aynı olmayacak, her yerin kendi dinamikleri bu domino etkisini farklı bir yüzüyle hissedecek…

Maddi ve manevi her veçhede etkilerinin olacağı kaçınılmazdır; maddeyi de manayı da bugünkü yerinden etme kudretine sahip olarak…

Bunları, medyumların ifade etmesine de gerek yok; insanın sahip olduğu hafıza, akıl ve ulaştığı bilgi seviyesi bu öngörü kabiliyetine fazlasıyla sahiptir…

Bu gerçeğe göre mevzilenmek son derece önemlidir…

Ne “Covid-19’un evcilleştirilmesi” gibi ölümcül bir yanılgıya kapılalım ne de geleceğimizi korku tüccarlarının saldığı korkuya esir edelim; sonsuz ihtimallerin sonsuz kudrete tabi olduğunu hatırdan çıkarmadan…

“Tedbir ve takdir” Müslümanın temel prensiplerinden biridir; tedbirsiz takdiri ve sonuçlarını takdirlerinize bırakıyorum…

Akıl ve vicdan neyi gerektiriyorsa onu yapmak yeterlidir; akılda dinginlik, vicdanda erdem esasıyla…

Bu ilkeleri işletemeyenlerin, devletin tedbirlerine sızlanma hakkı da olamaz/olmayacaktır…

Devletin bizi bize ve birbirimize karşı korumakla ilgili temel bir görevi vardır ve bu hakkı da “toplumsal sözleşme”yle ona hepimiz vermişizdir…