Geçtiğimiz hafta herkes Tiyatro Oyuncusu Fırat Tanış’ın yazmış olduğu şu tweeti konuştu:

“20 yıl olacak. var mı o cenahtan 1 tek yetişmiş, nitelikli müzisyen, ressam, oyun yazarı, senarist, yönetmen, besteci…. 20 yıl. 20 koca yıl. var mı ?”

Ülkenin cenah problemini konuşuruz, fakat bir mahalle problemi olduğu açık. Lüks mahallelerde muhabbet etmek için içeceğinin yanına meze arar gibi dedikoducu sanatçı ararlar. Onunla aynı dilde dedikodu üretmeyenleri aforoz ederler. Onun gibi olmayanlar bundan sonra olmayacaklardır! Ülkenin kültür mahalleleri ‘kendi gibi olmayanı reddetme’ ile başlayan geniş gönüllü (!) bir bakış açısıyla yola çıkıyorlar. Bu problem zengin, fakir, dindar olan ya da olmayan tüm kültür mahallelerinin en büyük problemi…

Kültür sanat üreten o cenah diye nitelendirilen grup 20 yıl önce ortaya çıkmadı. Yine o cenahta bulunan sizin kayda değer bulmadığınız; tiyatro oyunları, sinema filmleri, müzik icraları, edebiyat eserleri, gelenekli sanat eserlerini üreten çok sayıda sanatçı saymak elbette mümkün.

Kulis Tiyatro Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ayşe Şahinboy Doğan (O cenah diye nitelendirdiğiniz, oyununuza davet ettiğiniz ve haberinizi yapan derginin yayın yönetmenidir!) Tanış’a Eşi Osman Doğan’ı kastederek şöyle cevap vermiş: “Çukurca’dan Stockholm’e kadar Türkiye’den dünya sahnelerine oyunlarını taşıyan, ödüller alan, bel aşağı düşürmeden mizah yapan, yıllardır toplumu ayrıştırmadan herkesin alkışını almış bir oyuncu, yönetmen var.”

Bu cevaptan yola çıkarak sanatta nitelik nedir diye sorup tartışmak gerek ama bu tür sığ konuların ışığında değil elbette. Bu yaptığınız da sanat mı be kardeşim diyen birçok kişinin yıllarca dizi filmlerin gölgesinden ayrılamadığını görüyoruz. Siz nitelikli sanatçıları hangi cafe bar, restoran, çay ocağı, ocakbaşı veya sokakta arıyorsunuz? Sanatçıları işlerinin başında aramayı denesek, ‘Tanış olsak’ bu kısır soruları da sormayacağız sanki.

Tüm bu konulardan bağımsız olarak benim isyanım insanların cenahlaştırılarak tanımlanması üzerinedir. Şuan bu gazetede kültür sanata dair haftada bir şeyler yazıp çiziyorum diye cenahımı seçmiş durumda mıyım? Ya da herhangi bir cenah seçmek zorunda mıyım? Nazım Hikmet’in şiirleri benim yazılarımı ve fikir dünyamı besliyorsa ben yanlış cenahta mıyım? Ülkenin kutuplarının arasını açmaktansa birbirimize yakınlaşmamız gerekmez mi?

Elinde silah olmayan ama farklı silahlarla saldıran gizli bir güç size diyor ki: “Bu bir emirdir, cenahını seç!”

Ben bu ülkeyi seviyorum ve bir şey seçmek zorunda değilim derseniz ne cennete ne de cehenneme gidemeyenler gibi Araf’ta kalacaksınız. Çok sevdiğim sanatçı Santuri Sedat Anar konuyla ilgili sosyal medya hesabından şöyle isyan etti:

“Ben herhangi bir cenahın müzisyeni değilim. Müziğime kulak veren herkes dinleyicimdir ve başımın tacıdır. Bu “Cenah” saçmalığına şunu derim: “Yıllardır konser yapabilmek neler çektiğimi Allahım bilir. Yav haydi gel, sen bizim cenahtasın sana konser yapalım diyen olmadı. İyi ki de olmadı. Bu durumdan mutluyum. “Sokaknâme” kitabım İletişim Yayınları’ından çıkınca bana “mahallemizi terk ettin” diyen insanlar oldu. Affederseniz de hangi mahalle? Ak Parti belediyesinde konser yaptım diye “İktidar yalakası” dendi. Bu sene İBB bünyesinde konser yapınca hemen “sen de İmamoğlu tarafına geçtin” dediler.

Kürtçe besteler yaptım diye “feyk hesaplardan vatan haini” dediler. Ne kadar da meraklısınız yahu! İnsanları ayrıştırmaya, kayırmaya. Midem bulanıyor sizin gibi insanlardan. Tek kelime siyasi polemiğe girmeden sadece bestelerimi, çalışmaları, sevdiğim kitapları, müzisyenleri ve şiirleri paylaşıyorum burada. Ama kemik bekleyen köpekler gibi bana “haydi hangi taraftasın, siyasi görüşünü açıkla” demekten bıkmadınız. Ben yoruldum artık yahu!

Sedat Anar’ın isyanına yürekten katılıyorum. Asıl etik çizgimizin de orası olması gerektiğini düşünüyorum. Bu topraklardan beslenerek sanatını icra eden herkes bize dair değil midir?