Kıymetli okurlarım;

Öncelikle sizleri selamların en güzeli olan Allah’ın selamı ile selamlıyorum.

Bugün, Avrupalıların Dragut (Dragon (Ejderha) ve Turgut arasındaki ses benzerliğinden yararlanarak Dragut kelimesi oluşmuştur.) lakabını taktığı Trablus ve Cerbe Fatihi Turgut Reis’in vefatının 455. sene-i devriyesi. Bugün ziyaret edeceğimiz yerlere geçmeden önce Ponza Deniz Muharebesi’nde Andrea Doria komutasındaki Cenova donanmasını yerle yeksan eden büyük komutanımızı rahmet ve dua ile anıyorum.

İstanbul’un taşı toprağı altın mı bilmem ama İstanbul sevdalısı bir tarihçi olarak her taşının altında ayrı bir yaşanmışlık, ayrı bir hikâye olduğunu çok iyi bildiğimi söyleyebilirim… İşte bugün sizlerle birlikte bu hikâyelerden birine daha yelken açacağız… Saltanatı boyunca defalarca uğraşmasına rağmen yaptırdığı camilere bir türlü ismini vermeyen bir padişah olduğunu duymuş muydunuz?

Selâtin camiler

Cihan İmparatorluğu Osmanlı devletini yöneten, hilafet makamının temsilcisi bir padişahın yaşadığı bu ilginç olaylar silsilesi eminim ki yüzümüzde hoş bir tebessüm bırakacak.

Payitahttın geçmişten günümüze hatıraların canlı canlı yaşandığı en önemli simgeleri camilerdir. Bu camiler içinde Osmanlı padişahlarının yaptırdığı camilere “selâtin camii” denir.

Peki, bir caminin selâtin camii olup olmadığını nasıl anlarız? Sadece isminden mi? Tabii ki hayır… Osmanlı devrinde yapılan bir caminin selâtin camii olduğunu anlamak için minarelere bakılır. Minare iki veya daha fazla ise o camiyi padişah veya padişah ailesinden biri yaptırmıştır, tek minareli camiler ise genelde paşaların yaptırdığı camilerdir. Padişahlar tarafından yapılan camiler genelde yaptıran padişahın adı ile anılır. Selimiye, Süleymaniye, Fatih, Beyazıt camileri gibi…

Fakat bugün konuşacağımız bir padişahımız var ki bu konuda pek bir talihsiz olduğunu söyleyebiliriz…

Kim mi?

Sultan 3. Ahmet’in ve Emine Mihrişah Sultan’ın oğlu, 105. İslam Halifesi, Osmanlı Devleti’nin 26. Padişahı, Cihangir mahlası ile şiirler yazan şiirin sultanlarından 3. Mustafa…

“Üç cami yaptırdım, birini ceddim aldı, birini bir abdala kaptırdım, birini de su aldı.”

Gelin bugün sizlerle Payitaht’ı yaptırdığı camiler ile süsleyen Sultan III. Mustafa’nın cami yaptırırken yaşadığı birbirinden ilginç olayları konuşalım.

Birçok Osmanlı Padişahı kazandığı zaferler ve yaptırdığı mimari eserler ile isimlerini ölümsüzleştirmiştir. Üçüncü Mustafa da bir cami yaptırıp yaptırdığı bu camiye kendi ismini vermeyi çok istemiştir. Ancak bu konuda öyle talihsizdir ki üç cami yaptırmış olmasına rağmen üçüne de ismini verememiştir. Bu konuda ağzından dökülen şu sözler de adeta talihsizliğinin yansıması gibidir. “Üç cami yaptırdım, birini ceddim aldı, birini bir abdala kaptırdım, birini de su aldı.” Bahsi geçen camiler depremde büyük zarar gördükten sonra baştan yaptırdığı Fatih Cami, Laleli Cami ve Ayazma Cami’dir. Her ne kadar 3. Mustafa daha sonra Kadıköy’de deniz kenarında küçük sade mütevazı bir cami yaptırıp ismini verse de gariptir ki bu cami de günümüzde halk arasında “İskele Cami” olarak anılmaktadır. Hatta, pek bilinmez ama Beykoz – Paşabahçe’ye yaptırdığı cami de bugün onun ismi ile anılmamaktadır…

Fatih’in emaneti: Fatih Camii

İlki Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Fatih Camii. Cami 1766 yılında meydana gelen depremde büyük hasar görüp neredeyse yıkılacak bir hal alınca Sultan 3. Mustafa bu cami ve müştemilatını tekrardan yaptırır. Fakat halk için bir şey değişmemiştir yeni yapılan cami yine halk arasında eski adıyla yani Fatih Camii olarak anılmaya devam edilir…  Böylelikle 3. Mustafa bu camiyi kendi tabiri ile ceddi Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri’ne kaptırmıştır.

Ayazma Camii

Bir diğer cami ise Üsküdar’da bulunan Ayazma Camii’dir. Ayazma Cami’nin yakınında Ortodokslar tarafından kutsal kabul edilen “Ayazma” adında bir su vardır. Halk camiye bu sudan dolayı “Ayazma Camii” der. Böylelikle 3.Mustafa bu camiye de adını vermemiş ve bir suya kaptırmıştır…

Bu dünyada en değerli şey yiyip içtikten sonra sıkıntısız biçimde def-i hacetini yapabilmektir.

Bir diğer camimiz Laleli Camii ve Külliyesi. Bu cami de Sultan 3.Mustafa devrinde inşa ediliyor. Caminin mimari Tahir Ağa, Bizans öncesi bir tapınağın olduğu zannedilen bu alanı temel edip, barok mimarisinden esinlenerek camiyi yapıyor. Caminin bir kısım mermerlerinin de gene Bizans zamanından kalma, Üsküdar’daki Büyük Saray kalıntılarından getirildiği söyleniyor. Avlusunun büyüklüğü caminin iç alanından daha geniş. Avlunun Ortasında ise sekiz köşeli güzel bir şadırvan bulunur. Caminin içinde sarı ve altın renkleri hâkimdir…

Neyse bu muhteşem camiyi mimari olarak anlatmaya başlarsak muhtemelen ne vaktimiz nede sayfamız yetmez. Merak edenleriniz camiyi gezebilir ben konuyu dağıtmayayım.

İstanbul Laleli Camii’nin garip hikâyesi

Sultan 3. Mustafa Han, bu camiyi yaptırırken çevrede “Laleli Baba” namında evliya bir zatın yaşadığını öğrendi ve bu mübarek zatın sohbetinden istifade etmek istedi. Laleli Baba’ya Padişahın kendisini ziyaret etmek istediği haberi ulaştırıldı, o da padişahı dergâhına buyur etti… Padişah, Laleli Baba’nın sohbetinden gerçekten memnun kaldı. İçinde, bu zatla daha sık görüşme arzusu uyandı. Ancak tam Laleli Baba’nın huzurundan ayrılırken ona bir soru sordu:

– Efendi hazretleri, bu dünyada en güzel şey nedir acaba?

Laleli Baba hiç düşünmeden cevabı verdi:

– Bu dünyada en değerli şey yiyip içtikten sonra sıkıntısız biçimde def-i hacetini yapabilmektir.

Hükümdar dinlediği sohbetin ardından aldığı bu cevaptan pek hoşnut olmadı. Belki de başından beri hikmetli konuşmalarıyla herkesi etkileyen ulu bir zata bu cevabı pek yakıştıramamış olacak ki yüzünü de ekşiterek oradan ayrıldı ve maiyetiyle beraber tekrar saraya döndü…

Padişahın yüzünden de belli olan kalben yaptığı bu itiraz tabi Laleli Baba’ya malum oldu, “Yakında görürüz, demek illâ bu sıkıntıyı yaşaman lazım” anlamında bir tebessüm etti Laleli Baba…

Ziyaretin ertesi günü padişah şiddetli bir kabızlığa yakalandı. Bir türlü bu rahatsızlıktan kurtulamıyordu. Başta hekimbaşı olmak üzere herkes seferber oldu, bilinen bütün ilaçları uyguladılar, ancak fayda etmedi. Padişah ağrıdan kıvranıyordu… Ağrılar içinde düşünürken nihayet hastalığın sebebini yine kendisi buldu! Bu hâlin Şeyh Efendinin sözüne itirazdan dolayı başına geldiğini anladı. Derhal adamları ile Şeyhin yanına gitti. Hata ettiğini söyledi… Yalvardı yakardı şeyh efendiden özür diledi… Derdine bir derman istedi…

Laleli Baba “Karşılığında ne vereceksiniz?” dedi.

– “Senin bölgende yaptırdığım o camiyi sana hibe edeceğim.”

– “Yetmez.” dedi Şeyh Efendi. Sultan Mustafa daha birçok şeyler sıraladı… Şeyh,

– “Bunlar da yetmez.” diyordu…

En sonunda, “Bu halden kurtulursun ama, karşılığında saltanatı [hükümdarlığı] isterim, yoksa kendin bilirsin” dedi.

Sancılar içinde kıvranan Padişah için başka çare yoktu, bir an önce bu sıkıntıdan kurtulmak istiyordu.

– “Tamam, o da senin.” dedi.

Laleli Baba dua etti, sırtını sıvazladı, “Haydi git Allah’ın izniyle kurtulacaksın” dedi… Padişah gerçekten kurtuldu ve çok rahatladı. Fakat saltanat da elden gitmişti! Saltanatı teslim etmek üzere maiyetiyle geldi. Elbette Laleli Baba’nın maksadı Saltanat değildi. Padişah, gerekli dersi almıştı… Şöyle dedi:

– Bir saltanat ki bir def-i hacete değişiliyor, öylesine ucuz bir saltanat bize lazım değil. Bize caminin adı yeter…

Böylece bu cami de Laleli Baba’ya gitmiştir…

Haydi, kalın sağlıcakla ben İstanbul sokaklarında birbirinden güzel hikâyelerle dolaşmaya devam ediyorum sahi siz de katılmak istemez misiniz?

Katılmak isteyenler için çok yakında güzel bir de sürprizimiz olacak inşallah. Şimdilik gezdiğimiz sokaklarda bizimle birlikte olmak isterseniz eğer Instagram üzerinden @payitahttabirgün sayfasını takip edebilirsiniz…

Selam ve dua ile…