Hep aynı klişeleri yaşıyoruz.

Takiyeden fırsat buldukları her an başörtüsüne saldıran cumhuriyet dinozorları…

İktidara gelmek için afetlerden, nüfus kıyımından, kaoslardan medet umanlar…

Bıkmadan, yılmadan darbe tehditlerine soyunan statükocu çürümüşler…

İş değil yalan üreten, Atatürkçü pozlarla terörist kucaklayan, mızmız, beceriksiz belediye başkanları…

Sahte duyarlılıklarla halkı devlete karşı örgütleyen show business maskaraları…

Hepsi ve daha nicesi, iki asırdır farklı teknik ve teknolojilerle uğraştığımız ihanet tavrının birer numunesi. Hep aynı cahilliği, hep aynı ‘’insan hakkı’’ meseleleriyle kullanıyorlar.

Savunma sanayiimizin çökmesini, enerji sektöründe dışa bağımlı kalmamızı, hatta kendi coğrafî sınırlarımızı bile korumamamızı isteyen bir karakter yapısından söz ediyoruz. Tahammül edilemez bir fikir despotizmiyle savaşıyoruz.

Demokrasi, özgürlük, ehliyet, liyakat, yeşillik… Hep bu kelimelerin etrafında dönen bir yıkım siyaseti güdüyorlar.

Biz de onların bu siyaseti gütmelerine yarayan bir “insan yetiştirme” rejiminin gölgesinde, güya yerli ve millî politika üretmeye çalışıyoruz.

Yeni durağı Boğaziçi Üniversitesi olan bilmem kaçıncı “Gezi” imitasyonu mesela…

Bu sefer mevzu ağaç değildi ama yine aynı varyetelerin sahnelendiğini gördük. Yine teröristler, bir avuç aptalı kendi rezil planları için galeyana getirdi. MLKP ve DHKP-C’nin meşhur yüzü Canan Kaftancıoğlu’nun önderliğinde, “kayyuma değil zekâya inanan(!)” edilgen sürüler, yine polislere saldırarak ‘’demokrasi’’ çığırtkanlığı yaptı. Uluslararası haber ajansları, her zamanki gibi Türk halkını düşündüğü için(!) bir anda olay yerine çullandı. Gözaltına alınan 17 kişiden 15’i öğrenci bile değildi. Çoğunun da MLKP ile bağlantısı tespit edildi. Boğaziçili sözde akademisyenlerin olaylara tepkisi ise dâhiceydi. Devir teslim töreninde “sırt dönme” gibi müthiş bir entelektüel reaksiyon gösterdiler…

Dertleri atanmak veya seçilmek değil aslında.

Melih Bulu, ODTÜ mezunu. Yüksek lisans ve doktorasını Boğaziçi’nde bitirmiş. Yıllardır akademisyenlik yapıyor.

Ama anlatamazsınız.

Kim “seçilecekti’’ rektörlüğe? “Katil devlet!” çığlıklarıyla polise saldıran anarşist ergenleri kollayan hoca(!)lar mı? PKK’ya destek manifestosu yayınlayan 1128 akademisyenden biri mi?

Eğer rektör, tecavüz skandalına karışan HDPKK destekçisi bir Kemalist olsaydı bu sözde liyakat naralarını duymayacaktık. Mesele tamamen rektörün devlet yanlısı ideolojik tavrı. Yıllardır üstündeki sömürge kırıntılarını silkelemeye çalışan Türkiye’ye düşmanlar. Türkiye’nin menfaatleri onlar için basit bir iktidar hegemonyası. Kendi bozguncu ideolojilerinin aleyhine yükselen şerefli ideallerin tümüne karşılar.

Dolayısıyla mezkûr “insan yetiştirme rejimi”nin mahsulü olan genç yığınları devamlı tetikliyorlar. Doğruyla yanlışı ayırt edemeyen kalabalıkları, kirli ittifaklarına meze kılıyorlar.

Eğitim sistemimiz; Canan Kaftancıoğlu’nu, Selahattin Demirtaş’ı, Ekrem İmamoğlu’nu ve sair kamu figürlerini anlamayan, anlayamayan yahut şuurla onları destekleyen tipler çıktılıyor. Toplumdaki etki ajanlarının hangi meseleyi nasıl manipüle ettiğini kestiremeyen kıraç zihinli hareketleri olgunlaştırıp sosyal hayata salıyor.

Başka bir örnekle:

“Kadın hakları!” diye bağırıp “laik tecavüzcüleri” savunan bir şerefsizliğin akıttığı sosyal zehri soluyoruz sürekli.

Ve evet, maalesef, aşırı demokrasiyle yönetiliyoruz.