Heyecanlı, hızlı tepkiler veren, kendi haklılığına inanan, gelgitleri çok olan zinde kuşakla sağlıklı bir iletişim kurduğumuzda, iç dünyalarına hitap edebiliriz.

Onları dinlediğimizde, rehberliği kabul ederler. Her fikir ve davranışı onayladığımızda da hatayı kabul etmezler.

Sürekli nasihat eden, eleştiren, irdeleyen büyüklere gençlik masalcı gözüyle bakıyor. Dinler ama kabul etmez. Onlara yaklaşım derecesini iyi ayarladığımızda çıkmazlarına yardımcı oluruz. Ailenin dili çok önemlidir. Çocuk ilgi, alaka ve özen ister. İlk oyun arkadaşım annemdi. İlk sır arkadaşım da. Annemin hatıraları, hayatın eksi ve artısını öğretti ve beni iyi bir gözlemci yaptı.

Sevgi bağı güçlü olduğunda, ailedeki iletişim düzgün olur. Evde muhabbet, anlayış, saygı, vefa yoksa iç açlık oluşur. Hatada, yoklukta, hüzünde, sevinçte aile birbiri ile dayanışma içinde olmalı.

Aile ve toplum, değer yargılarını gençlerden olduğu gibi kopyalamasını isterse, ilk yanlışı burada yapmış olur. Ahlaki değerlerin ezberi olmaz. Bizzat tatbik edilmeli. Örneğin adaletin tarifini çocuk yaşayarak öğrenmeli.

Bugün evlilikten korkan, ben hayatımı yaşayacağım yuva kuramam diyenlerin sayısı bir hayli fazla. Bu söylemleri ilk etapta kınamayı bırakıp, bencil zihniyet nasıl oluştu diye düşünülmeli. Sorun çözmeyi anlatmak yerine, problemi besleyen unsurlara odaklanmalıyız.

Kültüründe özenli, dini yaşantısında titiz, geleneklerine sahip çıkan ya da özgürlükçü yüze sahip büyüklerin, anlattıkları ve yaşadıkları tezat teşkil ediyorsa; gençler haklı olarak yol haritası aramaya başlar. “Milletin genç unsurları bozuk olmaz, o ancak yetişkin adamlar bozulduğu zaman bozulur.’’ diyen Montesquieu, özbilince işaret ediyor.

Yuva kurup, çocuk yetiştirmek-hayatı birlikte göğüsleme şıkkı sorumluluk isteyen, öz veri gerektiren bir iş. Hulasa sevmek meşakkatli; emek ister, hoş görü bekler, vefa der! İnsanı sevgi şekillendirdiğinde, yaşamın bir gayesi olur.

Nefis ve şehveti tercih edenler, aile kurmayı istemeyenler basit yaşamı kabul edenlerdir. Özgür yaşamın sonu, yalnızlıktır.

Gençler iç dünyalarında nelerle savaşıyor? Anne baba sesine niçin muhalifler?

Sanal âlemin hissizliğine evrilme. Tuşların dünyasına kurulan sahte dünyalar zamanı boşa geçirmekle kalmayıp, duygu ve tepkileri de uyuşturuyor.

Kapitalizmin dayattığı olgular karşısında, sorun dünyasına her gün yeni şeylerin eklenmesi gençliği çıkmaza sürüklüyor. Kısıtlı imkânlar, sınırsız görüntüler arasında bocalayanlar özenti kurbanı oluyor.

Modern sistem toplumun yapı taşları ile oynadığından, kimlik sorunu çığ gibi büyüyor.

Medya organları sayesinde markaya, yabancı ülkelerin yaşantılarına ilgi duyan gençlerin dengesiz hallerine şahit oluyoruz zaman zaman. Bir dizi oyuncusunun kıyafetini satın alabilmek için yarışan, imkânı olmayan aileye filanca tatile gidiyor, şu marka telefonu istiyorum diye zorlayan gençlik var karşımızda. Neden modayı, restoranlarda yemeyi içmeyi hayatın önemli bir parçası yapıyoruz diye düşündük mü? Birilerinin kazanması için bilinçsiz tüketim halkası oluşturuluyor. Kazanmadan harcamaya endeksli bir hayat felsefesi dikte edilmekte.

Geçici zevklerin değil, ideallerin ışığındaki yaşam huzur verir. “Herkes ölümsüz olduğunu hissettiği alanda çalışmak ister. Ben de matematikte kendimi ölümsüz hissettim.’’ diyen Cahit Arf’ın matematiğe katkılarını ve idealleri doğrultusundaki yaşamı gençlere örnek olmalı. İnsan başarı eksininde yaşadığında hayatı mana bulur.

Benliğini bulamayıp, inanç sorunları yaşayan gençlik, buna paralel olarak yargılanışı. Hep bir boşluk adı tümsekte sınanıyoruz. Tutunma gücünü yitirdiğimizde kendimiz olmaktan çıkıyoruz. Kalbe yönelmeliyiz. Tek kelime ile kalbe!

Genç beyinlere yaklaşmasını bilmediğimiz, için araya duvarlar örüyoruz.

Gençliği kurtaracağız diyenlerin, daha kendini kurtaramamış olması ayrı bir handikap. Etkinlikler, seminerler konferanslar aile ve gençlik üzerinde neden etkili olmuyor diye bir parantez açılmalı. Doğrunun doyum açısı bir paradigma sağanağı.

“Gençlerin yetişmesine önem veririz. Çünkü bu yolda en küçük ihmal ülkenin yapısını ve geleceğini yok eder.’’ demiş Aristoteles. Kendimize özen gösterdiğimizde otomatik olarak gençlik de peşimizden gelecektir.

Gençler nasıl bir ortamda yetişiyor:

Alkol bağımlısı baba, şiddete maruz kalan kadın, Sürekli yükselen sesler, kırıp dökülen eşyalar. Böyle bir kirlilikte, temiz bir nesil düşlenir mi? Ve birbirini aldatan çiftlerin cehennemi, hedonizm tutsaklığı. Sonrası boşanmalar, kadın hakları ve nafakayı yazanlar, çizenler. Anne ve babasını seçme hakkı olmayan çocukların travmaları hep ikinci planda.

Kimisi içine atıyor fırtınaları, kimse duymuyor, kimisi sokakları güncelleyen bir yaşamı tercih ediyor. Netice itibari ile gençliğin duygusal dili kodlanmadı.

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Ahmet Haşim: “Akşam, yine akşam, yine akşam.’’ Şiir olsun akşamlarımız. Kalbinize emanetsiniz…