1889’da gâvur vidanjörlerinin itiş gücüyle mesaiye başlayan Türk lağımları, büyük çaplı ilk pislik patlamasını 1909 yılında yaşamış, çeşitli gâvur tamiratları geçirerek bugünekadarvarlığını sürdürmüştür.

Günümüzün Türk pasaportlu gayrimilli muhalefeti de; tam olarak, maruz kaldığımız o kuşatıcı kirliliğin eseridir.

Yayılmacı karakterini kanlı devrimlerden alan bir ideoloji lağımı bu… Hepimiz biliyoruz.

Formunu nasıl koruduğunun fotoğrafıda şu:

Sözde halkçı, etiket solcusu, reklam (kemalist)i ve kültür (laik)i bir zümre üzerimize salınmış vaziyette…

Machiavelli’in dahi hayal sınırlarını aşan bir politika üslubuyla karşı karşıyayız. Fosseptik beslemeli, rezil, kokuşmuş bir siyaset akımını; muhalefet diye yutturuyorlar. Uluslararası Sömürge işçilerinin pusuya yattığı fikir kanalizasyonlarına sürükleniyoruz. Nesilden nesle kullanılan, kuşaktan kuşağa aktarılan doyumsuz hırslarla bizi boğmaya çalışıyorlar…

Ve maalesef bu aziz memleketi onlarla paylaşıyoruz.

Devlet tahayyülümüz bambaşka. Ülkülerimiz uyuşmuyor. Namus çizgilerimiz aynı irilikte değil. Şeref mefhumuna çok farklı bakıyoruz.

Yine de onların eğip büktüğü demokrasi hapishanesinde ölüm-kalım mücadelesi veriyoruz.

Daha ne kadar alçalabilirler, bilmiyorum:

Milletçe başımıza gelen her musibetten nemalanmaya, uğradığımız her saldırıdan rant devşirmeye çalışıyorlar.

Yüzlerce can verdiğimiz muazzam zelzeleler bile; yılan gibi süründükleri birer istismar hattı onlar için…

Yediğimiz ekonomi-politik operasyonlar; kuvvetli birer kaos manivelası…

Tüm darbe teşebbüsleri; çağdaş laiklerimizi eğlendiren birer televizyon dizisi adeta. Millet doğrayan tanklar, damlarda alkışlanacak birer resm-i geçit objesi…

Türk sınırlarını korumak, Türkiye’nin Türkiye’yi aşan mana hudutlarını savunmak; basit bir ‘’ne gerek var’’ sorusuörümcek dimağlarda. Bebek katili diktatörleri övmek, dağlarda kız çocuklarına, oğlan çocuklarına sulanıp şehirde karakol patlatan teröristleri sevmek ise bir ‘’ilericilik’’ emaresi…

Dünyanın hayranlıkla seyrettiği, güya süper devletlerin yardım istemek için sıraya girdiği sağlık sistemimiz dahi; en utanılacak iftiralara, en acınacak yalanlara, en şaşılacak ithamlara bağlanan dev bir ihanet serumu sanki…

Ahlak, haysiyetli bir hayat sürme tarzı değil o aydınlık(!) zihniyet için; şatafatlı lükslere, kullanışlı ‘’röntgen’’lere sermaye açacak klişe bir edebiyat ritüeli…

Sahi, ‘’inovasyon’’ vardı bir de, onu unutmayalım; bankta kahve içerek oturan bir Mustafa Kemal heykeli…

***

Bu lağımın kokusu kolay geçmez sonuç itibariyle.

Anlata anlata da bitmez.

O halde meydanlarda, televizyonlarda, okullarda; her yerde haykırılması elzemdir:

Cumhuriyet ilkelerini PKK, DHKP-C bayraklarıyla pazarlayan, FETÖ kucaklarına yaslanıp vatandaşa yalanlar yağdıran, muhalefet kisvesiyle ahlaksızlığayeni boyutlar kazandırantüm ideoloji kadroları;Türkiye için birer dış tehdittir. Hepsi, tamamı lağvedilmeli; Türkiye’nin ve Türkiyeliliğin sıhhati içingereken fikir ve aksiyon bürokrasisi bir an evvel yürütülmelidir.