Diş ağrısı sancılıdır. Ancak yeri belli ağrılardan daha zor olanı derinlerde hissedilenlerdir. Akşam olduğunda içindeki yalnızlık evdeki yalnızlığı bastırır.

Düşünerek geçen gecelerin sabaha doğru çöken yorgun hüznü, insanda derman bırakmaz. Kendini avutacak bir şey kalmayınca, dünyaya küsersin, sevdiğin şeyleri yapmayı bırakır, kendi tercihinle hayattan uzaklaşırsın.

* * *

Akşam olur; insanlar çekilir, kendinle baş başa kalırsın.

Düşünce kutusu açılır.

Acı veren bir meşgaledir sonrası…

Dışarıda akşamsefaları konuşur birbiriyle…

Ama muhabbet etmeyi çok sevdiğin biriyle, artık ‘iki kelime’ edememenin soğukluğu gelip oturur senin boğazına. “Sakince konuşsak keşke yine; sıradan, küçük, dertsiz, basit şeyler üzerine” diye kederlenirsin.

Giden gider, geride gönlü kalır, aklı kalır, hatıraları kalır. Neden acı çektiğini anlarsın da, ayrılık dolu akşamlarda acının neden bu kadar yıkıcı ve şiddetli olduğunu anlayamazsın.

* * *

Sokak lambaları yanar, gidenlerin bıraktığı boşluğun ağırlığı, içinde yük olur. Sigara sarar gibi, ruhunu sararsın akşam olduğunda bir başına… Uzun susmalarla titrer sesin, gözlerin yaşarır.

Anlatamazsın yitip gitmeyi…

Özleyerek birçok şey öğrenirsin. Geçtiğini sandığın geçmemiştir aslında. Öfkelenirsin ayrılığa…

* * *

Akşam güneşi çekilirken, ayrılıp gittiği odalarda silik izleri hüküm sürer daha. Gün dönümü kalbini sızlatır! Acı zamanla geçer, her yara kapanır. Ancak bazı yaralar vardır ki sevilir, kapansın istemezsin.

Baktığında kahrolduğun hatıralar vardır; bir sevgi dolu not, mutlu günlerden bir hediye, neşeli bir fotoğraf… Kalbinde durur, aklında yer edinir. Hayata alışmaya başlarsın zamanla; ama alışmak istemezsin de… Durup dururken bilerek alırsın anıların üstündeki tozu… Yeniden mutsuz olmak için.

Akşamları anlıyorsun ki ayrılıkların en zor tarafı, “gidenlerin de acı içinde olduğunu” düşünmek istesen de aslında “bittiği için çok memnun” gibi olmalarının dayanılmaz ağırlığıdır.

*

Akşam olduğunda gözünüz tavana dikilir kalır.

Ölenin ardından yaşanan yoğun acının da bir sonu vardır elbet; ama gidenin ardından duyulan acı, hayat sürdükçe devam eder.

Hafızamdaki yüzler neden hep mutsuz?

Neden kat kat melankoli tütüyor açtığım her gönül albümü sayfasından?

Gidene mi üzülmeli, kalana mı?

Hayat böyle… Yaşanılır ve unutulur. Her geçen gün, her tükenen saat, hâtıraların üstüne kürek kürek “unutkanlık” atar.

Ve korkarım, ‘Bakî kalan bu kubbede hoş bir sâdâ’ bile değil…

*

“Sevginin çiçekleri çabuk soluyor” diye efkârlanıp durmak düşer sana…