Tevbe Suresi 111. Ayet : “Allah, kendi yolunda mücadele ederken öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında cennet vermek üzere satın almıştır. Bu, Allah’ın Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da yer almış gerçek bir vaadidir. Kim Allah’tan daha fazla sözüne bağlı olabilir! O halde yaptığınız bu alışverişten ötürü sevinin. İşte büyük bahtiyarlık da budur.”

Bazı tefsirlerde bu ayetin Hicret’ten önce İkinci Akabe Biatı sırasında Resûlullah ile ona destek sözü veren Medineli Müslümanlar arasında geçen bir konuşma üzerine nâzil olduğuna dair rivayet yer almaktadır (İbn Atıyye, III, 87; Taberî iniş zamanını belirtmeksizin bu rivayetin ortak unsuru olan Abdullah b. Revâha’nın sözüne yer verir, bk. XVI, 35-36).

Nakledilen bu konuşmanın anılan görüşmeler sırasında cereyan etmiş olması muhtemel olmakla beraber, ayetin içeriği ve bağlamı Tebük Seferi’ne yakın bir tarihte indiği kanaatini güçlendirici niteliktedir. (Derveze, XII, 222-223).

Ayetin Medine’de Mescid-i Nebevî’de indiğini, Müslümanlar tarafından büyük bir sevinçle karşılandığını ve Ensar’dan bir kişinin yukarıda işaret edilen konuşmada geçen, “Doğrusu bu kârlı bir alışveriş! Artık ne vazgeçer ne vazgeçilmesine razı oluruz” ifadesini kullandığını belirten rivayet de bu kanaati desteklemektedir (İbn Ebû Hâtim, VI, 1886).

Esasen evrendeki bütün varlıklar, bu arada insanların can ve malları Allah’ın hükümranlığı altında olmakla beraber, insanın yine ilâhî iradeyle tâbi tutulduğu sınavın bir uzantısı olarak yüce Allah “canlar”ı ve “mallar”ı müminlere izafe etmiş, onların bu sınavdaki seçme özgürlüğüne dikkat çekmiştir. Ayette müminler için kâr, kazanç, başarı kavramlarının dünya ile sınırlı olamayacağı, mutluluk anlayışının dünyevî hazlar içine hapsedilemeyeceği fikri, satım sözleşmesi benzetmesinden yola çıkan edebî bir üslûp kullanılarak işlenmektedir.

Canlar ve mallar Allah’ındır

Müslümanların kritik bir durumda bulundukları sırada onları düşmana karşı mücadeleyi özendiren bu ayette dahi ölümü ve öldürmeyi göze almanın ancak Allah’ın rızasını kazanma amacını taşıdığı ve Allah’ın huzurunda yapılan bir antlaşma çerçevesinde, yani O’nun koyduğu ilkelere uygun biçimde cereyan ettiği takdirde bir değer ifade edeceğinin belirtilmesi, beşerî ihtiraslar ve dünyevî çıkarlar uğrunda canını ortaya koymanın budalaca bir cengâverlik veya sonuçları dünya hayatıyla sınırlı bir kumarbazlık, bu amaçla başkalarının canına kıymanın da altından kalkılamaz bir vebal olduğunu gösterir. (Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 63-64)

Vakıf, Yaratan’dan ötürü yaratılmışlara merhamet, şefkat ve sevginin bir tezahürü olan infakın devamlılık arz ederek müesseseleşmesidir. Bu da bir malın Allah’a adanmasını, yâni temlik ve temellükten ( Temlik; bir malı başkasına mülk olarak vermek demektir. Temellük ise; o mülke sahip olmayı ifade eder.) men olunarak, ebediyen manevi bir gaye için kullanılmasını ifade eder. Gaye ise, bütün mahlûkatın muhtaç olanlarına cömertçe ikramda bulunmak, şefkat ve merhametle yaklaşarak, Cenâb-ı Hakk’ın rızasını kazanabilmektir.

Esasen malın ve hatta gerektiğinde canın Allah -celle celâlühû- rızasını kazanma yolunda feda edilmesi, -imanın bir kemâl şartı olarak- her müminin uyması gereken ilahî bir emirdir.

Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

“Gerçek müminler ancak; Allah ve Resulüne iman eden ve sonra da şüpheye düşmeyerek mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihat ( Gerektiği gibi mücadeleci, gayretli, ümmetin dertleriyle dertlenen) eden kimselerdir. İşte (imanlarında) sadık olanlar bunlardır.” (Hucurât, 15)

“O takva sâhipleri, kendilerine rızık olarak verdiğimiz her şeyden (Allah yolunda) infak ederler.” (Bakara, 3)

“İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanma uğrunda kendisini (ve malını) feda eder…” (Bakara, 207)