Batı’daki film endüstrisinin önemli bir parçasını oluşturan korku filmleri, bu toplumun muhayyilesinin ulaşabileceği noktaları anlayabilmek için ciddi veriler sunarlar. Bu türün zirvesi olarak kabul edilen bol oskar ödüllü Kuzuların Sessizliği‘ndeki Dr. Hannibal Lecter karakteri “bilim ve kültür” konusunda ileri olan bir insanın, nasıl bir canavara dönüşebileceğini çarpıcı şekilde ortaya koyar: Henüz hayattaki kurbanının beyninden bir parçayı alıp, pişirip, yine kendisine yedirmek; insanların derisini yüzüp, karaciğerini fasulye ve şarap eşliğinde tüketmek gibi.

Bir ruh hastası, içinde yetiştiği toplumun hayal gücüyle sınırlı kötülükler yapabilir. Mesela, Doğu’da bedene yapılabilecek çeşitli işkencelere tarih boyunca şahit olsak da, ABD askerlerinin Ebu Garip‘te, Iraklı Müslümanlara yaptıklarına benzer bir işkenceyi daha önce hiç duymamıştık: Erkek tutsakların patates çuvalı gibi üst üste konulup, birbirlerine tecavüze zorlanmaları; insanların boyunlarına tasma takıp, kendi dışkıları içinde süründürülmeleri; yaşlı din adamlarına kadın iç çamaşırları giydirilip, kadın koğuşlarında gezdirilmeleri gibi.

SİYASETÇİ DEĞİL TERÖRİSTLER

Karabağ Savaşı sadece Ermeni askerlerin değil, Ermeni siyasetçilerin de nasıl bir ruh haline sahip olduğunu gösterdi. Bugüne kadar, Ermeni çetelerinin hem Anadolu topraklarında, hem de Azerbaycan’da büyük katliamlara imza attıklarını okumuş; hatta bunların bir kısmının fotoğraflarını da görmüştük. 1800’lerde başlayıp, 1906 ve 1918 arasında yoğunlaşan bu saldırıların tanıkları akıllara durgunluk veren hikayeler anlatıyorlardı: Hamile kadınların karınlarının yarılması, bebeklerin parçalanması; insanların diri diri ağaçlara, duvarlara çivilenmesi; derilerinin yüzülmesi ve camilerin içine doldurulup yakılması gibi.

Tıpkı İsrail gibi soykırım endüstrisi üzerine bina edilen Ermenistan bu iddiaları daima yalanladı. Oysaki, biraz da sosyal medyanın şehvetine kapılan Ermeni siyasetçileri sayesinde bugün çok daha fazlasına tanık oluyoruz.

Tarumar edilip yakılan tarihi eserlerin, işgalden sonra domuz ahırına dönüştürülmüş camilerin görüntüleri her gün medyaya düşüyor.  En çarpıcı videoyu ise Ermenistan Meclis Başkan Yardımcısı Alen Simonyan yayınladı: Azerbaycanlı şehit askerlerin parçalanmış naaşlarını domuzlara yediriyorlardı. Bundan nasıl bir sadistçe zevk aldıklarını anlayabilmek mümkün değil. Fakat üst düzey bir Ermeni siyasetçinin dahi, tüm ahlaki değerleri ve savaş kurallarını hiçe sayarak keyifle yayınladığı bu görüntüler, Ermenilerin gözlerimizin şahit olduklarından çok daha fazlasını yaptıklarının açık bir kanıtı olarak tarihe kaydedildiler.

AMAÇLARI TERÖRLE KORKU SALMAK

Ermeniler, son iki yüzyıldır etrafa korku ve dehşet salan bu terör faaliyetlerini bilinçli olarak yaptılar. Çünkü Çar I. Nikola‘nın emriyle 19. yüzyılda Karabağ’a ve bugünkü Ermenistan’a yerleştirildiklerinde bölgede Müslüman Türkler ve Kürtler karşısında küçük bir azınlıktılar. Rusya’nın desteğiyle giriştikleri katliamlarla bölgenin demografisini değiştirdiler. Öyle ki, Bakü’de 1918 yılında sadece birkaç gün içerisinde Komünist Ermeni lider Stepan Şaumyan, Rus Ordusu’nun desteğiyle başlattığı katliamda 12 bin Müslümanı katletmeyi başarmıştı. Türkler vahşi yöntemlerle öldürüldükten sonra, cesetleri Bakü caddelerinde dolaştırılıyordu. Ermeniler yüz yıl sonra 1992’de Karabağ’ı işgal ettiklerinde o kadar gözlerini karartmışlardı ki, Hankendi‘nin adını Stepanakert olarak değiştirip, şehre bu katliamcı Ermeni çete reisinin adını verdiler

1910-1922 yılları arasında Ermeni çetelerin Anadolu ve Güney Kafkasya’da gerçekleştirdiği saldırılarda resmi rakamlara göre 523 bin Müslüman şehit edildi. Tüm bunlar hem Rus, hem de İngiliz kaynaklarında olan binlerce belgeyle sabittir. Ermenilerin arkalarına kimi zaman Rusya’yı, kimi zaman Fransa ve Amerika’yı alarak yaptıkları insanlık dışı saldırıların temel bir hedefi var: Büyük Ermenistan diye uydurdukları toprak üzerinde Müslüman bırakmamak. Bu hayalin gerçekleşmesi neredeyse imkânsız olduğu için Ermeni çeteler, en kolay yolu tercih ediyorlar: “Savaşla alamıyorsan, terörle yok et.”

Fakat Şuşa‘da ay yıldızlı bayrağın dalgalanmasıyla bu rüyaları kâbusa döndü. 30 yılda terörle aldıkları tüm toprakları birkaç haftada kaybettiler. Hankendi’de ezan seslerini duymamıza az kaldı..