Had bildirmeyi ne kadar da çok seviyoruz.

Had bildirmekten haz alıyoruz adeta.

İş had bilmeye geldi mi hiç oralı olmuyoruz.

Hep başkasına bir şeyler söyleme, ötekine laf yetiştirme, berikine hak ettiğini verme, diğeriyle sataşma gayreti içerisindeyiz.

Bu gayret o kadar kuşatıyor ki bizi, dışımıza yönelmekten iç dünyamıza dönüp bakmaya fırsatımız kalmıyor.

Her nedense kendimize söz geçirme, içimize yönelme, halimizi düzeltme, eylemlerimizi kaliteleştirme işi mevzu bahis olduğunda suspus oluyoruz.

Had bildirenlerde, çok konuşanlarda, kendini sere serpe ortaya dökenlerde ekseriyetle görülen tutum ve eylem, ahlaki noktadaki dökülme olarak dışarıya yansıyor.

Bu tür kimselere uzaktan baktığınızda fiyakalılar; yakından tanıdığınızda ise tanıdığınıza, tanıyacağınıza pişman oluyorsunuz.

Asıl ilginç olan, bu hastalığın Müslümanlarda gözükmesi.

Belli değerleri, ahlaki ilkeleri olan Müslümanların bile isteye bu hazza kapılmaları ve kendilerini bununla avutmaları.

Bilhassa sosyal medyada, çok konuşan kafalara bir bakın Allah aşkına.

Ne kadar da üst perdeden konuşuyor, ne kadar da cesur ve ne kadar da güzel meydan okuyorlar.

Şu kişiye ağzının payını verdi, bu yetkiliyi darmadağın etti, ona laf soktu… diye uzayıp gidiyor oluşturmaktan memnun kaldıkları kendilerine dönük algının yansımaları.

Oysa bize büyüklük katan ettiğimiz lafların büyüklüğü, başkasını madara etmemiz vs. değil, ortaya koyduğumuz ‘küçük’ ahlaki tavır ve davranışlardır.

Elbette her birimizin eksikleri, hataları, günahları yok değil.

Mesele bunların farkında olup düzeltmeye mi çalışıyoruz kendimizi, yoksa bunların bile isteye, gönüllüce talep mi ediyoruz.

Had bildirmekte usta olanlara bakıyorsunuz, haddini bilme hususunda çıraklık seviyesinde dahi değiller.

Değiller, çünkü bu husus çok da önemli değil onlar için.

Olsa da olur, olmasa da.

Hem had bildirmenin hazzı varken, bunu yaptığında alacağı alkış ve övgü dururken, kim ilgilenir kendisini düzeltmekle, kendini ahlaki olarak doğrultmakla.

Zira o kadar çok kişi var ki, haddi bildirilmesi gereken.

Kendisine sıra gelene kadar ömür biter.

Evet ömür bitiyor, ömrümüz had bildirmekle geçiyor ama asıl sorumluluk alanımız olan hususlara gelemiyor ve temas edemiyoruz bir türlü.

Neden ahlaki açıdan bu derece yozlaşıyoruz?

Hele hele toplum önünde bunca konuşan arkadaşlarımız varken, neden bir türlü örnek olamıyoruz birbirilerimize?

Bizi kendimize getirecek, seviyemizi yükseltecek, bize değer katacak sağlam duruş, tavır ve eylemlere, söylemlere ihtiyaç var…

Had bildirdiğimiz kadar haddimizi de bilsek ne kadar da güzelleşeceğiz.

İllaki bir had bildirecekse insan, buna önce kendisinden, kendi nefsinden başlamalı, sonra sıra diğerlerine de gelir.