Mektup denildiğinde çoğu zaman aklımıza; Kara Tren türküsü, askerde komutanın onayına zarfla sunulan hayatlar ve Almanya’daki işçi akrabalar gelir.

Tüm bu ilk aklımıza gelen şeyler 90’lardan sonra tükendi. Elektronik ağların ve hızın artmasıyla anlık haberleşmeler vazgeçilmezimiz oldu, mektubu çatı arasına kaldırdık. Tüm bunların yanında mektup edebiyatımızda da önemli bir yere sahip. Fuzuli’den Şinasi’ye Ece Ayhan’dan Oğuz Atay’a kadar birçok önemli edebiyatçının mektuplarını ilgi ve hayretle okuduk.

Mektubun edebi bir tür haline gelmesi için de uzak kaldığın bir kişiden ya da yerden dolayı bir hasretlik duygusu biriktirirsiniz. Hasretlik biriktiren sevdiğimiz bir abimiz Zeki Bulduk’un ‘Afganistan Mektupları Evlat Babanın Sırrıdır’ adlı kitabı Muhit Kitap’tan çıktı. Bulduk, 2015-2018 yılları arasında Afganistan’ın Mezar-ı Şerif ilinde görevde bulunuyor. Kitabında da o yıllarda dostlarına yazdığı mektupları yer alıyor. Bu mektuplar nefis bir iç dökme eylemi olarak yer ediyor kalbimizde.

Kitabı elinize aldığınızda kısa süre içerisinde bitirip bir şeylerin içerinizde eksik kaldığını ve bitmediğini hissedeceksiniz. Zeki Bulduk, bu mektupları yazarken öyle hüzün ve gerçekçi şeyler biriktirmiş ki bunları nasıl damıttığını merak ediyorsunuz. Şöyle diyor bir mektubunda:

“…Biliyor musun ağabey, her girdiğim evden bir şey alıp çıktım. Kiminden hüzün, kiminden sevgi, kiminden çocukluğumun uzak bozkırlarını, kiminden annemin kokusunu, kiminden kaybettiğim gençliğimi, kiminden pişmanlığın erdemini, kiminden kanaati, kiminden fakirin de zenginin de bir olduğu fikrini…”

Yukarıdaki itiraflar yaratılan her canlının birbirinin kaderini tamamladığı, sırtladığı ve aynı duyguların paylaşımında buluştuğu üzerine…

Anne babamız içerimize öyle bir merhamet duygusu aşılar ki kilometreler ötesinde Afgan bir çocukla karşılaştığımızda kurduğumuz muhabbette tüm yabancı unsurları kaldırıp atarsınız. Zeki Bulduk’un yaşadıklarını ve mektuplarını da biraz böyle okudum.

Bir mektubuna şöyle başlıyordu Zeki Bulduk: “İçinde bin öznesi sadece bir fiili olan dağınık bir cümle gibiyim…” Bazen insan kendini yabancı diyarlarda öyle dağınık bulabiliyor. Kırşehir’in bozkırında doğup Mezar-ı Şerif’in bozkırına kavuşmak yazarda öyle kapılar açmış öyle hikayeler biriktirmesine vesile olmuş ki bereketin nereden geleceğini bilemiyoruz.

Bu mektupları okurken yazarın bu diyarları anlatan birden çok öykü kitabı çıksın diye düşündüm. O mektuplarda anlatılan küçük hikayeleri geniş geniş okuyup dinlemek istedim. İnşallah böyle bir şey mümkün olur.

Son olarak kitabın adında öyle bir asillik gizli ki anlatamam! ‘Evlat Babanın Sırrıdır’ derken hem tüm hikayelerin özünden süzülüp geleni sunuyor hem de Hz. İmam Ali’nin kabri başında dile getirdiği hissiyatın özünü aktarıyordu. Ben bu cümleyi ne kadar betimlemek istesem de inanıyorum ki eksik kalacak ve yazar kadar iyi içimi dökemeyeceğim.

Zeki Bulduk, Afganistan içtiğim en güzel çaydı diyor kitabında. Siz de bu güzelliğe şahit olmak istiyorsanız buyurun demlenin.